Niagara Falls: Şelalelere yolculuk
27/09/2015Memphis: Eski bir Amerikan filminin içindeyim
20/10/2015Amerika gezim – Bölüm 3 – Chicago
Dilek Hamutçu Baykal yazdı…
Amerika’nın Doğu Yakası yazı dizimizin 3. durağı olan Chicago’ya geldi sıra. Niagara Falls’dan akşam 19:00’da bindiğim Greyhound otobüsü ile (64 dolar) üç aktarma yaparak sabah 05:00’de Chicago şehrine geldim. Valizimi emanete bıraktım, akşam otobüsüne biletimi aldım, tuvalette yüzümü yıkadım (Sabah vardığım her şehirde bunu aynı sırayla uyguladım :)
Daha sonra ilk gördüğüm Starbucks’a girip uyanmak için kahve ve sandviç ile kahvaltımı yapıp, planımı gözden geçirdim.
Aslında gitmeden Greyhound Otobüsleri ile ilgili internette hiç de güzel yorumlar okumamıştım ama ben sevdim. İlk neden tabii ki çok ucuz oluşu ve temizliği. Otogarların çoğunluğu şehir merkezine yürüyüş mesafesindeydi ve güvenliydi. Bekleme salonları genelde kalabalıktı, büyük çoğunluğu da pek tekin tiplere benzemiyordu, yerlerde sürünen koşan çocuklar, ellerinde cipsler 2 litrelik kolalarla oturanlar, içeriye girmek isteyen evsiz alkoliklerle mücadele eden güvenlikler, kavga edenler, tuhaf kıyafetli tipler, yüksek sesle müzik dinleyenler… Aslında kulağınıza nasıl geldiğini tahmin edebiliyorum ama öyle değil, izlemek gerçekten güzel ve insan vaktin nasıl geçtiğini de anlamıyor.
Hiç rötar olmadı, sürücüler nazik ve dikkatliydi. İlk sırada otobüse binmek istiyorsanız extra 10 dolar ödüyorsunuz ama ben hep sonra bindim. Amaç yanına otuduğum kişiyi seçebilmekti, 150 kilonun altında ve bayan yolcu bulmak zorlayıcıydı :)
Otobüslerin içi dondurucu soğuk oluyordu, biner binmez montumun kapüşonunu başıma geçirip, boyun yastığımı yerleştirip, kulaklığımı takıp hemen uyuyordum.
Chicago ABD’nin nüfus bakımından 3. büyük şehri. Şehir 1833 yılında kurumuş ve 1885’de ilk gökdelen burada yapılmış ve görünüşe göre gerisi gelmiş. Şehrin takma adı “Windy City” (yani Rüzgarlı Şehir). Gerçi temmuzda bir rüzgar hisedemedim ben ama bunu yaşayanlara sormak lazım elbette.
Şehrin içinden Chicago Nehri geçiyor, isterseniz nehirde tekne gezisi yapabiliyorsunuz. Kenarında gökdelenlerle çok güzel bir manzarası var.
Chicago şehir merkezi ‘The Loop’ olarak adlandırılmış, bu alan şehrin ticaret, iş ve alışveriş merkezi. The Loop adını şehri çevreleyen ve yüksekten geçen L tren yolundan almış. Tren istasyonlarından birini görüyorsunuz.
Chicago düzenli, temiz güzel bir şehir.
Şehrin içinde 552 tane park varmış. The Loop içindeki Grant Park 1.29 km2 lik bir alan kaplıyor.
Gökdelenlerin çevrelediği bu güzel park çok etkileyici.
Burası bizim Gezi Parkı tadında. Çeşitli sosyal olaylara, festivallere ve konserlere ev sahipliği yapıyormuş. Hatta Amerikan Başkanı Barack Obama 4 Kasım 2008’de seçim zafer konuşmasını burada yapmış.
Grant Park’ın içindeki Buckingham Fountain (Buckingham Çeşmesi) düğün pastası şeklinde ve bu güzel havuz dünyanın en büyük çeşmelerinden biriymiş. Adının da Buckingham Sarayı ile hiç bir alakası yok, Kate Sturges Buckingham’ın erkek kardeşi Clarence, 1927 yılında bu çeşmeyi Kate’in anısına yaptırıp şehre hediye etmiş.
Michigan Avenue adını şehrin kenarına kurulduğu Michigan Gölü’nden almış. The Magnificent Mile olarak da biliniyor.
Burası uzun ve geniş bir cadde. Eski ve yeni binalar yan yana. En ünlü markaları, restoranları ve kafeleri bulabileceğiniz geniş kaldırımlarında yorulmadan sıkılmadan yürüyebileceğiniz bir cadde bu.
Yılda yaklaşık 40 milyon kişi Chicago’yu ziyaret ediyormuş. Şehirde yaklaşık 400 tane müze ve sanat galerisi var ve bunların en önemlisi “The Art Institute of Chicago”. Bu müze dünyadaki en geniş empresyonist ve post empresyonist koleksiyonlarından birine sahipmiş.
Ben vaktim olmadığı için tekne gezintisi yapmadım ama aklım kalmadı değil. Defalarca dakikalar boyu manzara seyrettim.
Sarı olan da deniz taksisi bu arada.
Burası Chicago Tribune Gazetesi’nin binası.
Michael Jordan Chicago Bulls’ta oynamış. NBA’in resmi sitesine göre oybirliği ile tüm zamanların en büyük basketbol oyuncusu seçilmiş. Şimdi ise başarılı bir işadamıymış.
Bu da Michigan Bulvarı’nda yürürken rastladığım, gökdelenlerin arasında kalmış küçük bir kilise.
Bu da şehrin içinde bir sürpriz: “The Picasso (1067)”
Başka bir sürpriz: “Joan Miro’s Chicago”
Bu da “Monument With Standing Beast” (Jean Debuffet). Şehir görüldüğü üzere güzel sanat eserleriyle dolu.
The Water Tower (Su Kulesi) 1869 yılında yapılmış. 47 metre uzunluğundaki bu kule şehrin hayatta kalma sembolü.
1871 yılında 3 gün süren 300 kişinin öldüğü, 100.000 kişinin evsiz kaldığı 9 km2 lik alanın yandığı çok büyük bir yangın olmuş. Yangından kurtulanların arasında Michigan ve Chicago Bulvarları arasındaki bu kule de bulunuyor. Şimdi ise turizm sanat galerisi bürosu olarak hizmet veriyor.