Arabayla Baltıklar Turu: Bölüm 4 -Polonya, Gdansk Gezisi

Nehir kenarı yürüyüşümüzden sonra otele vardığımız gece ilk gördüğümüz yerlerden biri olan Uzun Pazar yani Dlugi Targ caddesine tekrar gittik. Buraya Royal Route da deniliyor. Bir nevi Kraliyet Yolu yani.

Gündüz ayrı, gece ayrı güzel burası…

Bu güzel yola iki büyük giriş kapısının herhangi birinden girebilirsiniz. Biz Green Gate‘den geçerek girdik.

16. Yüzyılda yapılmış olan Green Gate, Flaman mimarisi etkisinde bir yapı. Maniyerizm denen akımın etkilerini taşıyor. Hatta Belçika’daki Antwerp Town Hall’dan esinlenildiği söyleniyor.

Yolun diğer ucundaki giriş kapısı ise Golden Gate. Rönesans tarzındaki bu kapıda yine Flaman mimarisi ve Maniyerizm akımının izleri var. 13. Yüzyılda burada Gotik tarzda bir kapı varmış, 17. Yüzyılda ise şu an gördüğümüz kapı yapılmış. Gerçi bu kapı II. Dünya savaşında epey bir tahribata uğramış ve 1957’de orijinaline sadık kalınarak tekrar yapılmış.

Üzerinde Latince bir yazıt bulunmakta: “Concordia res publicæ parvæ crescunt – discordia magnæ concidunt.” Anlamı yaklaşık olarak şöyle: Uyum içindeki küçük milletler büyür ve gelişir ama uyumsuzluk ve anlaşmazlık olan büyük devletler çöker.

II. Dünya Savaşı sonrasında şehir tekrar inşa edilirken prensip olarak Alman etkileri silinmeye çalışılmış ama yine de bu kapı üzerinde Almanlardan kalan şu sözü 1990 yılında tekrar yazmışlar: “Es müsse wohl gehen denen, die dich lieben. Es müsse Friede sein inwendig in deinen Mauern und Glück in deinen Palästen“.  Türkçe’ye çevirecek olursak, anlamı şöyle: Seni sevenler gelişip zenginleşecek, duvarların içinde barış olsun, saraylarının içinde zenginlik olsun.

Gdansk Town Hall da bütün ihtişamı ile burada. Gotik Ve Rönesans tarzlarını yansıtan bu tarihi bina bugün Gdansk şehri Tarih Müzesini barındırmakta.

Aşağıdaki göz alıcı beyaz bina ise Artus Court. Bir zamanlar tüccarların buluşma ve sosyalleşme noktasıymış burası. Bugün de hala turistlerin ilgi odaklarından biri ve Gdansk Tarih Müzesinin de bir uzantısı olarak kullanılıyor. Önündeki güzel çeşme ise 17. yüzyıl eseri olan Neptune Çeşmesi. Yine tarz olarak Maniyerizm ve Rococo akımlarının etkisi görülen çeşme ve çevresi şehrin en gözde noktalarından biri.

Bu arada aşağıdaki çatısı heykellerle süslü beyaz binanın ismi Golden House, yani Altın Ev. Eskiden burada belediye başkanları görevleri süresince ikamet edermiş. Długi Targ 41-42 adresindeki bu bina için bir nevi 10 Downing Street diyebiliriz. II. Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen bombardımanlardan bu bina da nasibini almış ve tamamen yıkılmış. Sonrasında tekrar inşa edilmiş ve günümüzde etkinlik mekanı olarak kullanılmaktaymış.

Burada bir kafede oturup dinlenirken çektiğimiz videoyu da paylaşalım.

Golden Gate kapısından çıkar çıkmaz karşınıza Gatehouse kompleksi çıkıyor. Bu kompleksin içinde Prison Tower ve Torture Chamber var, yani Hapishane Kulesi ve İşkence Odası. İlk önce savunma surlarının bir parçası olarak yapılan bu kompleks zaman içinde bu işlevini yitirmiş ve 17. ve 19. yüzyıllar arasında şehir hapishanesi görevi görmüş. Gatehouse Complex, vaktiyle Golden Gate kapısını – ya da o zamanki adıyla Long Street kapısını da içeriyormuş.

Baltık bölgesi, amber yani kehribar taşı rezervi en büyük olan bölgelerden biri ve o yüzden sık sık kehribar taşı ile yapılmış ürünlere rastlamak mümkün. Şaşırtıcı bir şey ise eskiden hapishane olan bu binanın bugün Amber Museum yani kehribar taşı müzesi olması.

Aşağıda fotoğrafı olan Rönesans tarzındaki High Gate ise şehrin ana giriş kapısı olarak biliniyor. Gdansk’ın Kraliyet yolunun bir nevi başlangıcı da sayılıyor. 1895 yılına kadar şehir surlarının bir parçasıymış; şu an ise tek başına bir yapı olarak duruyor. Gdansk Tarih Müzesinin bir parçası olan High Gate, aynı zamanda Turist Bilgi Merkezinin de bulunduğu yer.