Arabayla Orta Avrupa gezisi: Polonya – Toruń & Łódź

Arabayla Orta Avrupa gezisi: Polonya – Wroclaw
18/10/2024
Arabayla Orta Avrupa gezisi: Polonya – Wroclaw
18/10/2024

Bu tatilimizin gezi rotası ve ilk 2 günün hikayesine bu linkten ulaşabilirsiniz.

Seyahatimizin en güzel noktası olan Wrocław şehrinin gezi hikayesi ise bu linkte.

Toruń – Polonya’nın Gotik Masalsı Şehri

Wrocław’dan ayrılınca, fotoğraflarını gördüğümden beri çok merak ettiğim Toruń şehrine gittik. Wrocław’a 4 saat uzaklıktaki bu güzel şehre yolunuz düşerse gitmenizi öneririm çünkü Polonya’da en sevdiğim yerlerden biri oldu Toruń.

Vistül Nehri üzerindeki bu güzel orta çağ şehri UNESCO dünya tarihi miras sit alanı listesinde yer alıyor. Polonya’nın en eski şehirlerinden biri olan ve 1200’lü yıllarda Baltık Denizini yöneten Alman Şövalyeler (Töton Şövalyeleri- Teutonic Knights)  tarafından kurulmuş olan Toruń’un eski şehir bölgesi 2007 yılında Polonya’nın 7 Harikası listesine girmiş.

Vaktiyle ticaret Vistül Nehri üzerinden yapıldığı için şehir oldukça zengin bir ticaret merkezi haline dönüşmüş.

Gotik Mimarinin hakim olduğu Toruń şehri benim gibi bu tür mimarinin aşığı birisi için enfes bir gezi noktası oldu. Toruń ayrıca savaşlarda yara almadığı için tarihi dokusunu ilk günkü gibi korumuş ve gerçekten size zamanda yolculuk yapıyor hissi yaşatıyor.

Toruń, ayrıca  Polonyalı astronomi bilgini Nicolaus Copernicus (Mikołaj Kopernik)’in de doğum yeri. Eski şehrin ana meydanında devasa bir heykeli var.

Toruń bir de orta çağlardan beri yapmakta oldukları gingerbread denilen zencefilli çörekleri ile de meşhur. Onlar bu çöreklere Pierniki Toruńskie diyorlar ve bu çörekler Polonya mutfağının vazgeçilmez parçalarından biri. Bu çörekler ayrıca vaktiyle Toruń Şehrinin Polonya liderlerine hediye olarak sunduğu ürünlerden biriymiş.

Varşova’nın ayakkabılarıyla, Gdansk’ın votkasıyla meşhur olması gibi, Toruń da zencefilli çörekleri ile meşhur diyerek, şair Fryderyk Hoffman’dan da bir alıntı yapmış olalım 😊  

Kaldığımız otelde hediye olarak odamıza bu çöreklerden konulmuştu, biz tadını beğendik. Alıp eve getirecek kadar bayılmasak da güzeldi.

Öncelikle şunu söylemek isterim. Polonya çok güzel bir ülke. İlk gittiğimizde çok şaşırmıştım ama artık pek de şaşırmıyorum çünkü ne kadar güzel olduğunu bilerek gidiyorum. Biz başkent Varşova dışında Krakow, Poznan ve Gdansk gibi pek çok yerini daha önce gezdiğimiz ve hepsini de çok beğendiğimiz için Polonya’nın diğer güzelliklerini keşfetmek için bu rotayı yaptık zaten. Toruń şehrinden önce gittiğimiz Wroclaw’ı çok ama çok sevdik, Toruń da bu gezide kalbimi bıraktığım bir başka şehir oldu diyebilirim.

Şehirler vardır, güzeldir, gezer, beğenir, ayrılırsınız, bazen de bir yer içinize işler, orayla duygusal bir bağ kurarsınız ya, işte burası da benim için öyle oldu. Şehir güzeldi, hava güzeldi, yemekler güzeldi, otelimiz güzeldi, şehre dair öğrendiğimiz hikayeler ilgimizi çekti… vs vs derken, bir baktık ki Toruń kalbimizde sımsıcak güzel bir duygu yaratmış, bu gezinin “iyi ki”lerinden biri oluvermiş.

Gelin elimden geldiğince bu güzel şehirdeki önemli gezi duraklarını size tanıtayım. Umarım yolunuz düşerse, Toruń sizi de, benim kadar büyüler. Bu şehrin gezip-görülecek yerlerini bitirebildik desem yalan olur, küçük bir şehir, bir günde biter derken, ayıla bayıla gezince bitmiyormuş 😊

Biz gördüğümüz kadarını anlatalım, siz de beğenip giderseniz 2 gün ayırın ki daha doya doya gezin bu güzelim şehri.

Önce Toruń’da kaldığımız Eter Hoteli anlatayım, çünkü herşeyiyle çok iyiydi. Tam eski şehir merkezinde olduğu için otelin önündeki park yerlerinden birine arabamızı koyup, her yere yürüyerek gidebildik.

Odamız temiz, modern ve konforluydu.

Kahvaltı salonu da keyifli bir mekandı ve kahvaltımız güzeldi.

Odamızın camından bakınca hemen karşımızda St. Jacob’s Kilisesi vardı. Bu otelde kalacak olursanız ön caddeye bakan odalarda bu manzara var.

Toruń şehrindeki diğer otellere bakmak isterseniz, buyrun.

Otelimizden çıkıp şehri keşfetmeye başladık ve önce önümüze tarihi 1200’lü yıllara dayanan Yeni Pazar Meydanı çıktı.

Yeni Belediye Binası bu meydanın tam merkezinde yer alıyor.

Gündüz ve gece çekimlerini de paylaşayım.

New Market Square bölgesini biraz gezdikten sonra eski şehir meydanına doğru yürüken solumuzda şehrin çok tarihi bir bölgesi olduğunu fark edip, rotamızı önce oraya doğru çevirdik.

Önce Baj Pomorski Tiyatrosunu gördük. 1945 yılında buraya gelen Irena Pikiel-Samorewiczowa tarafından kurulan tiyatro binası, ön cephesinde yer alan çocuklar için kukla gösterisi sahnesi ile dikkat çekiyor.

Tiyatronun ilerisindeki futbol sahasını geçince eski Toruń’dan kalıntılar olan yere ulaşıyorsunuz. Bu arada o tarafa yürürken gördüğümüz şu tahta sandalyeler de durup fotoğraf çektirmek için hoş bir nokta olmuş.

Teutonic Castle Ruins (Ruiny Zamku Krzyżackiego), yani Töton Şövalyelerinin Şatosunun Kalıntıları, Toruń şehrinin tarihini anlamak için önemli eserlerden biri. 12 şövalye ve kumandanları bu topraklarda hüküm sürerken bu şatoda yaşamışlar. 1454 yılında halk şövalyelere karşı ayaklanıp şatoyu ele geçirmiş ve yerle bir etmiş.

Gdanisko Kulesi (Tuvalet Kulesi) bu kalıntılar arasında ayakta kalabilmiş tek kule olarak tarihe geçmiş.

Bu kalıntıların girişinde tüm bu ortamın manzarasına hakim konumda bir otel var: Hotel 1231. Bir daha bu şehre gidecek olursak orada kalmak isterim doğrusu.

Tarihi 13. yüzyıla dayanan Töton Şövalyelerinin Şatosunun kalıntıları bugün Dünya Mirasları arasında yer alıyor.

Bugün bu kalıntıların olduğu yerde konserler ve çeşitli etkinlikler düzenleniyormuş.

Kalıntıların olduğu bölge sahile kadar uzanıyor. Sahile inerken Burgher Malikanesi (Dwór Mieszczański) Gotik tarzıyla dikkat çekiyor. Patrici St. George Kardeşliği’nin yazlık ikametgahı olarak inşa edilen bu binanın yapımında muhtemelen yıkılan Töton Şövalyeleri Şatosunun kalıntılarınındaki tuğlalar kullanılmış ve o yüzden de Gotik karakter sergileyen bir yapı. Yıllar içinde fonksiyonu değişmiş ve bugün Toruń Kardeş Şehirler Birliğinin merkezi olarak kullanılmaktaymış.

Ortaçağdan kalma Baszta Wartownia, yani Muhafız Kulesi de bu binaya bitişik olarak duruyor.

Biz sahili sonra gezeriz diyerek tekrar şehir merkezine doğru yürüdük.

Sokaklar, binalar – tüm atmosfer – ne kadar eski ve tarihi bir şehirde gezdiğimizi sürekli bize hatırlatır gibiydi.

Eski Şehir Meydanına yaklaştıkça binaların görkemli mimarisi iyice göze çarpmaya başladı.

Fotoğraflarına rastladığımdan beri aklımdan çıkmayan bu meydana doğru yürürkenki heyecanım çok büyüktü. Rynek Staromiejski denilen Eski Şehir Meydanı bu güzel şehrin en ihtişamlı yeriydi gerçekten de.

Cidden çok bayıldım ben buraya. Hem gündüz hem gece geldik bu meydana, ikisinde de ayrı güzeldi.

Toruń şehrinin eski Belediye Binası yine Gotik tarzda ve enfes bir işçilik ürünü. 14. yüzyılda Töton Grand Master Conrad von Wallenrode tarafından şehrin en zengin olduğu dönemde inşa edilmiş. 17. yüzyılda bir restorasyon görmüş ve 18. yüzyılda gördüğü tahribat sonrası tekrar yapılmış. Bugün Şehir Müzesine (The District Museum in Toruń) ev sahipliği yapıyor bu bina.

Bu şehirde yaşamış olan ünlü matematikçi ve astronom Nicolaus Copernicus’un (Kopernik) da heykeli bu meydanda Belediye Binasının hemen önünde köşede yerini almış.  Aslen teoloji eğitimi almış olmasına karşın Kopernik, ekonomiden astronomiye kadar pek çok alanda çalışmalar yapmış, çok yönlü bir bilim insanı olarak tarihe geçmiş. 5 metrelik bir kaide üzerinde gerçek yaşamdaki halinin 2 katı büyüklüğünde devasa bir anıt bu. Herkesin buluşma noktası belirlemek istediğinde en çok tercih ettiği yermiş – “Haydi Kopernik’in önünde buluşalım” şeklinde 😊

Yine bu meydanda yer alan Neo-Renaissance tarzındaki muhteşem Artus Court Binası konser ve sergilerin yapıldığı nefis bir yapı.

Barok tarzdaki kilise The Church of the Holy Spirit de meydanda yerini almış. İçerisinde Rococo tarzı süslemeler dikkat çekiyor. Yine bu meydanda çok sevdiğim bir başka yapı da kilisenin hemen yanında yer alan Neo Gotik tarzdaki Postane Binası Poczta Polska oldu.

Kutsal Bakire Meryem’in Göğe Kabulü Kilisesi (The Church of the Assumption of the Blessed Virgin Mary) ise 1239’da şehrin kurulmasından sadece birkaç yıl sonra Toruń’a gelen Fransisken rahipler tarafından 14. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş ve ancak 1724’te Katoliklere geri verilmiş. Fransisken kuralına göre, kilisenin bir kulesi yok, onun yerine üç tane oldukça küçük çan kulesi var. İyi korunmuş bu Gotik yapı, meydanın köşelerinden birinde yer alıyor ve Polonya’daki kutsal mimarinin en seçkin örneklerinden biri olarak sayılıyor.

Eski Şehir Meydanında bir de Keman Çalan Salcı heykelinin yer aldığı Kurbağalı Havuz Pomnik Flisaka var. Efsaneye göre vaktiyle şehir kurbağaların istilasına uğradığında bu salcı, keman çalarak peşine takıp, onları şehirden uzaklaştırmış. Havuzdaki kurbağa figürleri de bu efsaneye atıfta bulunuyor. İnsanlar şans getirsin diye ovaladığı için bazıları sapsarı parlıyor.

Bu arada bu meydanı karşı köşeden seyreder gibi duran altın renkli bir eşek heykeli var.

İlk görüşte “aaa ne sevimli eşek” dedik ama hikayesi hiç de sevimli değil. Maalesef bu şirin eşek, antik Toruń’da kullanılan bir ceza yöntemini hatırlatmak için konulmuş buraya. Orijinal eşek tahtadanmış ve kesinlikle şimdiki eşek kadar da sevimli değilmiş. Vaktiyle suçlular, özellikle itaatsizlik yapan askerler bu eşeğin üstüne oturtulurmuş ceza olarak. Bacaklarına da bazen ağırlıklar bağlanırmış ki eziyet daha fena bir hal alsın. Gerçekten de sırtındaki çıkıntılı kısım, üstüne oturmayı eziyet haline getiriyor, biz denemedik ama denemeye kalkanların vazgeçtiğini gördük :)

Neyse biz yine de eşeğin suçu ne, onu bu şekilde kullananlar utansın diyerek kendisini severek ayrıldık yanından.

Meydanda sıra sıra restoran ve kafeler var, hepsi birbirinden keyifli görünüyordu.

Meydanın her iki yanını da güzelce seyredelim diyerek Artus Court Binasının altındaki bu restoranı seçtik ve hem manzaramızdan hem de yemeklerden çok memnun kaldık. Biz hava güzel olduğu içim dışarıda oturduk ama içerisi de çok güzel bir dekorasyona sahipti.

Manzaramız ve yemekler şöyleydi.

İçerisi ise böyleydi.

Evet, keyifli bir yemek sonrası gezmeye devam etmenin vakti gelmişti.

Şehrin caddelerinde biraz daha dolandık ve o sokak senin, bu sokak benim girip çıktık. Gördüğümüz her yer bize Toruń’un ne kadar renkli ve sevimli bir şehir olduğunu düşündürdü. Her yerde rengarenk binalara, süslü püslü kafe ve restoranlara çok denk geldik.

Arka planda Baszta Podmurna 60, yani Podmurna Kulesi görünüyor. 4 kenarlı tasarlanmış bu kule, şehirde ayakta kalabilmiş 9 kuleden biri.

Şehirde sağlam kalabilmiş bir başka kule de Baszta Monstrancja. Sekiz kenarlı şekli yüzünden Monstrance Kulesinden 3 ayrı yöne doğru ateş edilebiliyormuş ve o yüzden bu kule vaktiyle çok önemliymiş.

Şehirde halen sağlam duran kulelerden bir diğeri de Baszta Żuraw, yani Vinç Kulesi. 13. yüzyılda vinç görevini yapmak üzere inşa edilen bu kule, daha sonra yandaki Swedish Granary ambar binasına bağlanıyor ve böylece tam kapasite çalışmaya başlıyor.

Bu güzel ambar binası 1999-2003 yılları arasında renove edilerek The Karczma Spichrz Hoteli olmuş. Vinç manzaralı odaları bile var. Dış yüzeydeki figürlere ise ayrı bayıldım. Bir daha bu şehirde kalacak olursak düşüneceğim otellerden bir diğeri de burası olacak.

Ama bence şehrin en önemli kulesi Eğri Kule, yani Baszta Krzywa Wieża. Oraya giderken yine Eski Şehir Meydanının oradan geçip şehrin batısına doğru ilerledik.

Eğri Kuleye varmadan önce Marian Rapacki Meydanında, Collegium Maximum of the Nicolaus Copernicus Üniversitesini gördük ve önündeki güzel bahçede bir hatıra fotoğrafı çektirdik.

Eğri Kule – Baszta Krzywa Wieża hemen bu üniversite bahçesini geçtikten sonra çıktı karşımıza.

Aynı Pisa Kulesi gibi yana yatık bir kule bu. İlk gördüğümüzde baktık ki insanlar sırtını bu kuleye dayayıp, dik durmaya çalışıyorlar ama olmuyor, meraktan biz de denedik ve ancak birkaç saniye durabildik, sonra öne doğru savrulduk. Harbi eğik bir kuleymiş kendisi 😊

Orta Çağdan kalma bu kulenin tepesi 1.5 metre kadar hatalı yerleştirildiği için bu şekilde yana yatık olmuş.  Pod Krzywą Wieżą caddesinde yer alan bu kule, aynı Toruń şehri gibi UNESCO Dünya Mirasları arasında yer alıyor.

Bu eğri kule ile ilgili 2 efsane var, ben ikincisine bayıldım ama ilkini de anlatayım. Ama anlatmadan önce bu şehre giderseniz The House of Legends of Toruń müzesini ziyaret etmenizi önereyim, interaktif bir müze/tiyatro gibi bir yer burası. Çok ilginç. Performanslar gelen ziyaretçilerin yaşlarına göre seçilip sergileniyor. (Adres: Szeroka 3587-100 Toruń)

© visittorun.com

Gelelim Eğri Kule efsanelerine. Birincisi şöyle: Vaktiyle bu şehirde yaşayan Töton (Alman – Cermen) Şövalyelerinin kadınlarla buluşması yasakmış. Keşiş hayatı yaşaması gereken 12 şövalyeden biri bir gün zengin bir tüccarın kızına aşık olmuş ve gizlice buluşmaya başlamışlar. Kasaba sakinleri bunu fark edince şövalyelerin başına ve şehirdeki otoritelere bunu bildirmişler. Kadın 25 kırbaç cezası alırken, şövalyeye ise bir kule inşa etme cezası verilmiş. Ama kendisi nasıl doğru yoldan çıktıysa kule de onun gibi eğri olacakmış. O gün bugün kulenin dibinde dik durmaya çalışan insanlar eğer günahkarsa duramaz diye bir inanış süregelmiş. Çok günahkar olduğumuzu düşünmüyorum ama orada dik durmak fiziken pek de mümkün değildi.

Biraz önce dediğim gibi, ben kesinlikle ikinci efsaneyi daha çok sevdim. Hem de şehrin Toruń ismini nasıl aldığını anlatıyor bu ikinci efsane, o açıdan da enteresan. Bu efsaneye göre Vistül Nehri ile bizim meşhur kule vaktiyle iyi iki arkadaşmış. Vistül Nehri akıp gittiği yol boyunca yaşanan olayları kuleye anlatır, kule de bu hikayeleri dinlemeyi çok severmiş. Ama zamanla nehrin neler yaşadığını anlatırkenki böbürlenmesi kulenin sinirini bozmaya başlamış ve nehre eskisi gibi ilgi göstermeyi bırakmış. Bunun üzerine Vistül Nehri sinirle köpürerek akmaya ve kule duvarlarını aşındırmaya başlamış. Gitgide temeli zarar görüp eğilen kule, bu sefer nehre yalvarmaya başlamış, “Ne olur bana bu kadar yakın akma, düşeceğim” demiş. Nehir de “Düş o zaman” diye cevap vermiş. “Düş o zaman” Polonya dilinde “To ruń” şeklinde söyleniyor. Bu esnada oradan geçen iki gezgin bu konuşmayı duymuş ve şehrin adını “To ruń” – yani “Düş o zaman” zannederek, haritalarına o şekilde işlemişler. Şehir de bundan sonra Toruń olarak anılmaya başlanmış.

Şehrin Vistül Nehri kenarındaki sahil bölgesini de bu güzel hikayeden sonra paylaşmak lazım – di mi ama :)

Şehrin içini iyice gezdikten sonra akşamüstü sahilde güzel bir yürüyüş yaparken kameramıza takılan görüntüler bunlar…

Sahildeki yeşil alanda insanlar oturup günbatımını ve akşam ışıklarını izliyorlar. Şehirde daha fazla vaktimiz olsa bir akşamüstü biz de oturmak isterdik doğrusu ama bizim bu şehirde tek günümüz olduğu için sahil boyunca yürümeyi tercih ettik.

Eğri Kulenin yakınında eski Barok tarzı bir ambarı restorana dönüştürmüşlerdi, onu da çok beğendik, bu şehre giderseniz uğramanızı tavsiye ederiz. Restauracja Monka diyor ama otel kısmı da var.

Şehirde sokakları arşınlarken ara ara değişik heykellere de rastlamıştık, unutmadan onlardan da bahsedeyim.

Mesela bronz köpek heykeli Filuś, bunlardan biriydi. Orada efendisini beklerken, ağzında bir melon şapka tutmakta ve fenere yaslanmış şemsiyeyi izlemekte olan köpek, komik çizgi hikayelerin karakterlerinden biri olan ünlü profesör Filutek’in yoldaşı imiş. Karakterin yaratıcısı, 2003’te ölen, gençliğinde Toruń’da yaşamış ve oradaki üniversitede eğitim görmüş bir illüstratör ve karikatürist olan Zbigniew Lengren’miş.

General Elżbieta Zawacka‘ya adanmış olan anıt da enteresandı. Ülke savunmasında görev alan general, Birleşik Krallık ve İtalya’da Yeraltı Yurt Ordusu askerleri tarafından özel olarak eğitilen tek kadın askermiş. Savaştan sonra komünist rejim tarafından bastırılan Yeraltı Özgürlük ve Bağımsızlık Derneği’nin de bir üyesiymiş. 1951’de 10 yıl hapis cezasına çarptırılıp, 4 yıl sonra serbest bırakılmış. Daha sonra pedagoji alanında bilimsel araştırmalara katılıp, 1996’da profesör unvanını almış. Gdansk ve Toruń üniversitelerinde akademisyen olarak görev alan Elżbieta Zawacka 2006’da Tuğgeneral rütbesini almış.

Heykeller dışında yemyeşil parklara da denk geldik. Mesela Piernikowe Miasteczko, çocukların özellikle pek neşeli bir şekilde oynadığı güzel bir çocuk parkıydı.

Ve yine şehri gezerken gördüğümüz birkaç bina daha…

Yerel Mahkeme Binası, Okrąglak Gözaltı Merkezi, Inowrocław  Hapishanesi, eski bir gaz tankının yerinde yapılmış olan Planetaryum ile Nicolaus Copernicus Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi.

Toruń şehrinin kapılarından bahsedeyim biraz da. Kuruluşundan bu yana Toruń, çift sıra savunma duvarı ile çevrelenmiş. 4 kilometrelik duvarda 54 müstahkem kule ve 11 kapı varmış. Daha önce de dediğim gibi, bugüne ancak 9 kulesi ve üç kapısı ulaşabilmiş.

Şehrin 3 kapısı, sahilden şehre giriş noktaları olarak tüm ihtişamlarıyla sizi karşılıyorlar. Biz gün içinde iki kere sahile inip, nehir manzarasının da, şehir kapılarının da hem gündüz, hem de gece hallerini görmeye çalıştık.

İşte Toruń kapıları…

  1. Bridge Gate (Köprü Kapısı) – Brama Mostowa

2. Sailor’s Gate (Denizci Kapısı) – Brama Żeglarska

3. Monastery Gate (Manastır Kapısı) – Brama Klasztorna

Toruń’da başka neler yapılabilir diye düşünüyorum da, belki meraklıları için şu ilginç olabilir. Daha önce bahsettiğim gibi Toruń zencefilli çörekleriyle de meşhur. Şehirde Żywe Muzeum Piernika – Zencefilli Çörek Müzesi diye bir yer var. Burada hem çöreklerin nasıl yapıldığını öğreniyor, hem de isterseniz interaktif rol alıyorsunuz.  

Torun Katedrali (The Cathedral Basilica of St. John the Baptist & St. John the Evangelist) var bir de. Katedral merkezde, sahile yakın bir yerde ama sokak aralarına sıkışmış biraz, düzgün fotoğrafını çekmek çok zor. Burası bir Katolik katedrali ve yine Unesco Dünya Mirasları listesinde.

© inyourpocket.com

Akşam tekrar Eski Şehir Meydanına gittiğimizde Chleb I Vino diye çok güzel bir restoran-kafe-bar keşfettik ve geceyi orada kapatmaya karar verdik.

Gece otele dönmeden önce sahile indik tekrar ve biraz yürüdük. Sürekli renk değiştiren köprü ışıklarının nehre yansıması harikaydı.

Gece otelimize dönerken sabah uzaktan gördüğümüz, otelimizin sokağının sonundaki kiliseye bir de akşam ışıklarında bakalım istedik. Burası Garnizon Kilisesi (Garrison Church – Roman Catholic Military Parish of St. Catherine of Alexandria).

Bu güzel şehre ertesi sabah veda ettik ve Łódź şehrine gitmek üzere tekrar yollara düştük. Sonradan bu kararımıza epey pişman olduk ve keşke Toruń’da bir gün daha kalsaymışız dedik ama iş işten geçmişti. Łódź şehri açıkcası bizi biraz hayal kırıklığına uğrattı – pişmanlığımız o yüzden oldu. Aslında çok görmeyi istediğim yerleri vardı ve özellikle Manufaktura Kompleksi gerçekten çok iyiydi ama genel olarak biraz endüstriyel ve sönük bir şehirdi maalesef.

Łódź gezi hikayemiz bir sonraki sayfada.

Paylaşmak ister misiniz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir