Pire’den Girit Adası’na Feribot Yolculuğumuz
18/02/2017Hanya’yı da gördük sonunda – meğer Girit’teymiş :)
27/03/2017BALKANLARDA KIŞ BİR HARİKAYMIŞ! – Süha Zuhal KILIÇ yazdı…
BOSNA HERSEK – Saraybosna
Her şehrin bir hikayesi var. Ama bazılarınınki çok hüzünlü. Saraybosna da bu şehirlerden biri. Binalardaki kurşun izleri savaşın acımasızlığını hala canlı tutuyor. Tutsun da zaten, belki insanlık ders alır.
Balkan coğrafyasına gitmeye karar vermemiz uzun sürmüş meğer. Daha önce gitmeliymişiz yanı başımızdaki bu güzelliklere. Dünyadaki tüm ülkeleri merak ediyorum aslında. Hatırlıyorum da Bosna Hersek’e olan ilgim ve merakım ilk kez savaş zamanında televizyonda Mostar köprüsünün bombalanmış halini görmemle başlamıştı. Çok etkilenmiştim ve bunun üzerine bir kompozisyon yazmıştım Türkçe dersinde. Görmek şimdi kısmetmiş. Ülkeler ve şehirler koleksiyonuma bir yenisi daha eklenmiş oldu :)
Balkanlar gezisi kış tatilinde ilk defa yurt dışına çıkışımız oldu. Saraybosna’ya uçak biletimiz 21 Ocak tarihine hazırdı. Doğruyu söylemek gerekirse, bizim gideceğimiz tarihten bir hafta önce yaşanan sert kış koşulları yüzünden aklımın bir köşesinde “acaba hava nasıl olacak?” sorusu hep vardı. Malum, yıllardır “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası” söylemini hep duyarız. Ama şansımız yardım etti, tam da zamanında gitmişiz. Bizim orada bulunduğumuz haftanın öncesi ve sonrası hava -22 dereceleri görmüş! Bizim gezdiğimiz zamanlarda ise yağmur, çamur veya kar yağışı yoktu ama Saraybosna karlar altında bize masal gibi manzaralar sundu. Her zamanki gibi bu seyahatimiz de harika geçti!
Saraybosna – İstanbul arası 1 saat 15 dakika sürüyor. Saraybosna Havalimanı’na indikten sonra havalimanından her yarım saatte bir şehre giden servis var. Dışarı çıkar çıkmaz soğuk hava kendini hissettirdi ama hava tertemizdi.
Şehir merkezine varmak yarım saat sürdü. Merkez zaten Başçarşı’nın başlangıcında konumlanmış olan Belediye Binası Vijecnia’nın olduğu bölge. Belediye Binası önceden üniversite kütüphanesiymiş. 1992 Ağustos ayında bir gece ateşe verilen binada 2 milyon tarihi kitap ve belge yanmış kül olmuş. Saraybosna’nın hüznü şehre adım attığımız ilk anda yüzümüze çarptı.
Biz Başçarşı’ya yakın bir yerde konaklama seçtik. Odamıza yerleşir yerleşmez hemen yürüyerek Başçarşı’ya geldik ve yemek yemek için uygun bir yer bulmaya çalışırken Türk restoranlarının da olduğunu gördük. Bu arada Boşnak Mutfağı gerçekten de insanı çok mutlu ediyor :) İlk gün daha önceden de ününü duyduğum Bosna’nın ulusal lezzetlerinden olan ‘cevapi’ den yemeye karar verdik. Cevapi, ızgara köfte anlamına geliyor. İnce somun ekmeğin arasında soğan, baharat yoğurt ve salatayla servis ediliyor. Arkasından da çay içtik. Başçarşı, Osmanlı’dan kalma olduğu için hem bize İstanbul Sultanahmet Meydanı’nı hem de biraz Kapalıçarşı’yı hatırlattı. İçtiğimiz çay da ince belli bardakta dışarıdaki bir çay ocağından geldi, Türk usulü… Boşnak Böreği ise günün her öğününde yemek isteyebileceğim bir lezzet idi :)
Başçarşı’nın temeli 1462 yılında atılmış. Tarih boyunca birçok kez yangın ve savaşlardan dolayı zarar görmüş ve bu nedenle günümüze daha küçük olarak kalmış olsa da orjinalliğini koruyor. Müslümanların yaşadığı bölüm olan Basçarşı, bakır eşyalar, mücevher ve çömlek işlerinin satıldığı dükkanları, sergileri ve sokakları ile ünlü. Sokakların her biri farklı el sanatlarının satıldığı mekanlarla dolu. Çok şirin kafeler var bir de. Boşnak kahvesini de öneririm. Yine Türk kahvesi gibi ama kulpsuz fincanda, lokum eşliğinde servis ediliyor. Kesme şeker isteğe bağlı olarak yanında ayrı getiriliyor.
Başçarşı’nın başında bulunan sebil, şehrin sembollerinden birisi. 18. Yüzyılda inşa edildiğindeki ilk yeri daha sonra değişip, şimdi bulunduğu yere taşınmış. Savaşta çok tahrip olmuş. Taş ve ahşaptan oluşan zarif bir yapısı var. Şimdiki hali 2006 yılından. Sebilin civarında her an başınıza kuşlar konabilir, şaşırmayın :)
Saraybosna’nın avantajlarından birisi de büyük bir şehir olmaması. Görülmesi gereken yerleri yürüyerek ziyaret edebilirsiniz. Başçarşı’daki sokakların çoğu, ana yaya yolu ve diğer bir alışveriş caddesi olan Ferhadija trafiğe kapalı.
Doğu ile batının birleşme noktasını temsil eden nokta Başçarşı’nın bitiminde. Çok kültürlü bir ülke olan Bosna Hersek’te her türlü mimari esere rastlanıyor. Camiler, sinagoglar ve kiliseler bir arada. Bu kavşakta gerçekten de medeniyetlerin buluşmasına tanık olduk, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan mimarisinin arasındaki keskin çizgiyi gördük.
Saraybosna’da birçok cami var. Bunlardan en önemlisi 1530 yılında inşa edilmiş bir Mimar Sinan eseri olan Gazi Hüsrev Bey Camii. Bayılıyorum Mimar Sinan’ın eserlerine! Savaşta hedef alınan yapılardanmış ancak 90’lı yılların sonunda restore edilmiş. Bahçesinde şadırvan, abdesthane, mektep, medrese ve saat kulesi yer alıyor. Önemli camilerden bir diğeri ise yine günümüze restore edilmiş olarak gelen Hünkar Camii.
Şehrin birçok noktasında mezarlık ve şehitlik var. Biz şehri tepeden görmek için eski şehir Vratnik’e tırmandık. Günümüzde sadece Beyaz Tabya ve Sarı Tabya bölümü kalan, eski şehri içine alan sur duvarları ortaçağda inşa edilmiş. Sarı Tabya’dan şehir manzarası muhteşem! Dediğim gibi karlar altında bir başka güzeldi ama baharda eminim ayrı bir güzel oluyordur.
Balkanlar. 1878 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu şehri işgal edince savunma kaleleri amacını yitirmeye başlamış. Şimdi ise şehri kuşbakışı görebileceğiniz harika bir manzara sunuyor.
Eski şehir Vratnik’e merdivenler ile tırmandık. Cumbalı Osmanlı evlerinin olduğu mahallelerden geçtik. Mezarlıkların yoğun olduğu bu alanda biraz tüylerim ürperdi. Ölüm tarihlerinin 1993‘ü göstermesi savaşı gözlerimin önüne getirdi yine. Aliye İzzet Begovic’in mezarının da bulunduğu şehitlikte bir sürü Osmanlı kavuklu mezar taşları da bulunuyor.
Saraybosna’nın içinden geçen Miljacka Nehri kısmen buz tutmuştu. Nehir üstünde birçok köprü var. Şüphesiz bu köprülerden en ünlüsü Latin Köprüsü.
Latin Köprüsü, Avusturya Macaristan İmparatorluğu prensinin ve eşinin bir suikasta kurban gittiği yer. Suikast ise bildiğimiz üzere I. Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep gösterilen olay. Tarih derslerinde ezberlediğimiz olayı tarihçi olan eşim tam da bu köprünün üzerinde anlattı bana.
Köprünün bitiminde Saraybosna Müzesi var. Pazar günü kapalı olması büyük bir talihsizlikti bizim için. Gezebilseydik, 1878-1918 yılları arasında ülke tarihi hakkında daha detaylı bilgi alabilecektik.
Nehir boyunca yürüyerek eski şehir bölgesinden ve Başçarşı’dan ayrıldık ve şehrin modern yüzünü keşfe daldık. BBI ve Sarjevo City Center gibi alışveriş merkezleri var.
Daha önceden adını duyduğum Tito Kafe’ye uğradık bir kahve için. Şehirde Tito’ya ait bir iz göremedik ama bu kafe oldukça güzel tasarlanmış eski Yugoslavya dönemini anlatan eşyalar ve resimlerle adeta bir müze gibiydi.
Bosna Hersek’in başkenti olan Saraybosna’da iki gün geçirdik. Kış döneminde gittiğimiz için şehrin içinde bulunan orman gibi parklarda vakit geçiremedik. BBI Alışveriş Merkezi’nin tam karşısında Veliki Park ve Latin Köprüsü yakınlarında At Meydanı var. Hepsi de inanılmaz büyük yeşil ve huzurlu alanlar. Baharda muhteşemdir kesin!
Saraybosna’daki diğer tarihi binalardan Aşkenazi Sinagogu, İsa’nın Kutsal kalbi Kilisesi, Kutsal Cemaat Ana Kilisesi, Eski Yahudi Mezarlığı, Ebedi Alev (II.Dünya savaşında Saraybosna kurtarıcıları anısında 50 yıldır hiç sönmeden yanıyor), Eski Tapınak, Bosna Hersek Ulusal Müzesi, Aliya İzzet Begovic Müzesi, Olimpiyat Müzesi ve Umut Tüneli görülmeye değer…
BOSNA HERSEK – Mostar
Ertesi gün bir gece konaklayacağımız Mostar’a doğru yola koyulduk. Yaklaşık 2 saat süren bir yolculuktan sonra Mostar’a vardık. Balkanlar’a gitmeden önce hava durumunu kontrol ederken Mostar’ın kısmen ılıman olacağını biliyorduk ve öyle de oldu. Saraybosna’nın beyaz manzarasından burada eser yoktu. Taksi şoförü Mostar’a hiç kar yağmaz dedi. Hatta güneşli bir havaydı diyebilirim. Mostar’a Saraybosna’dan günübirlik de gidilebilir ama biz hiçbir şey eksik kalmasın diye bir gece konaklamayı tercih ettik.
Şehre gelir gelmez ikimizin de aklında tabii ki tarihi köprü vardı. Önce odamıza yerleştik ve sonra 3 dakika uzaklıktaki eski şehir bölgesine geldik veeeee işte ortaokuldan beri görmeyi hayal ettiğim Mostar Köprüsü oradaydı! Zümrüt renkli Neretva Nehri Kanyonu boyunca geldik Mostar’a Saraybosna’dan. Nehrin Mostar‘da tarihi köprü ile buluşması tam bir sanat harikası!
Blagaj
Mostar’ın tarihi dokusunu daha sonra keşfetmek üzere şehirden ayrıldık ve Mostar’a 6 km uzaklıkta olan Blagaj‘a gitmeye karar verdik. Amacımız görkemli bir kayanın dibinde, Buna Nehri’nin kaynağının çıktığı noktaya inşa edilmiş, aynı zamanda zümrüt renkli nehrin kıyısında bulunan Blagaj Alperenler Tekkesi’ni ziyaret etmekti ancak tekkenin mistik havasının yanında Blagaj’ın tahmin ettiğimden çok daha güzel olan doğası karşısında büyülendik. Bir taşla iki kuş!
Osmanlılar bu topraklara gelmeden önce bile önemli bir dini yapı olan tekkenin ilk olarak ne zaman inşa edildiği bilinmiyor. Tekkenin ilk kaydı 1466 yılında Evliya Çelebi tarafından yapılmış. Tarih boyunca birçok kez restore edilmiş ve son restorasyonu 2003 yılında yapılmış. Osmanlı medeniyetinin en ünlü isimlerinden biri kabul edilen Sarı Saltuk’un türbesi burada bulunuyor. Aslında Sarı Saltuk’un öldükten sonra mezarı belli olmasın diye yedi tabutu yedi farklı ülkeye gömülmüş ancak Blagaj’daki en kabul göreniymiş.
Tekkenin üzerinde 240 m uzunluğunda bir kaya uzanıyor. Kayanın üzerinde de yine Blagaj‘da görmeye değer Stjepan Vukcic Kosaca Kalesi ve surları var. Tekke Kompleksinin içinde sırasıyla Türbe, Meydan Odası (dershane), İmarethane, Ribat, Hamam, Çilehane, Semahane, Kubbeli Camii, Abdesthane, Mutfak ve su kenarı serinleme yeri bulunuyor.
Bosna Hersek’in yazın çok sıcak olduğu söyleniyor ve gördüğümüz kadarıyla Blagaj bu konuda tam da serinlenecek bir yer. Tekkenin karşısında küçük bir restoran ve kafeler var. Yazın da nehirde kano gezintisi yapıldığını öğrendim ve içim gitti!
Şoförümüz bizi Blagaj‘da bulunduğumuz süre bekledi ve tekrar taksi ile Mostar’a döndük.
Doğasına hayran olduğumuz Blagaj hakkında konuşa konuşa yürürken kendimizi Mostar Köprüsü’nün üstünde bulduk, oldukça yüksek olan bu köprüden yazın gençler nehre atlıyormuş! Çok heyecanlı! Köprüden manzarayı izlemeye dalmışken, “Mostar’ı nasıl buldunuz?” diye bir soru geldi yanımda duran ve dalgın görünen bir adamdan. Siz bir turist gözü ile bakıyorsunuz şehre dedi. “Çok güzel değil mi ama savaş zamanında hiç güzel değildi” dedi ve anlatmaya başladı. Tam bu köprünün üzerinde vurulduğunu ve İtalya’ya kaçtığını uzun bir süre İtalya’da yaşadıktan sonra memleketi Mostar’a döndüğünü anlattı.
Boşnakça Stari Most olarak adlandırılan köprü, tarih boyunca nehrin iki yakasında yaşayan Hırvat ve Müslüman halkları birbirine bağlıyorken şimdi ise Hırvatlar nehrin batısında, Müslümanlar ise doğusunda yaşıyormuş. Dağın tepesinde savaştan sonra Hırvatlar tarafından dikilmiş devasa bir haç var. Zaten savaşın izleri her yerde size kendini gösteriyor.
Köprünün her iki tarafındaki kuleler, 43 cami, mescit, hamam vb. yapıları ile, 2 Sırp Ortodoks ve 1 Katolik Kilisesi var. Mostar Köprüsü, eski Mostar şehriyle birlikte 2005 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.
Açıkça söylemek gerekirse her yerini merak ettiğim ve her sokağını gezdiğim Saraybosna’nın aksine Mostar’da sadece köprünün yanında olmak istedim. Zümrüt renkli Nereteva nehri, Arnavut kaldırımlı sokakların kenarında yer alan birkaç kafeden birinde, çaktırmadan bizi titreten soğuğa rağmen dışarıda oturarak içtiğimiz çay ve bolca da huzur Mostar’dan hafızamda geriye kalanlar…
1 Comment
Merhaba, Ocak ayında, hatta tam da sizinle aynı tarihte biz de benzer bir tur planlıyoruz. Karadağ’da iki gece kalacağız ve gündüz farklı şehirleri gezsek de gece konaklamamızı tek bir yerde yapmak istiyoruz. Konaklama için acaba Kotor’u mu yoksa Budva’yı mı önerirsiniz? Kotor bana daha sevimli geliyor ama o mevsimde yeterince restaurant / bar vs açık olur mu acaba? Bu konudaki deneyiminizi paylaşabilirseniz sevinirim. Teşekkürler.