Boston Gezi Rehberi
26/09/2016Boston çevresinde gezilecek yerler: Salem, Plymouth & Provincetown
30/10/2016LETONYA
Vilnius’tan ayrılıp Letonya’nın başkenti Riga’ya doğru yola çıktık. İki şehir arası mesafe yaklaşık dört saat. Riga’da tam eski şehir meydanının kalbinde bir otelde kaldık. Riga bize Vilnius’tan daha kalabalık ve turistik geldi. Her yer yürüyüş mesafesinde.
House of the Blackheads yani Karakafalılar Evi şehrin simge yapılarından. Zamanında siyahi tüccarların burada kalması sebebiyle bu isim verilmiş. Aslı 14.yy a ait olan bu bina oldukça ihtişamlı bir mimariye sahip. Ancak II.Dünya savaşında zarar görmüş ve 1999 yılında aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş.
Şehrin diğer simge yapılarından biri ise Kedi Evi. Açıkçası herhalde biz başka bir şey ummuştuk, kedi evini harita elimizde olduğu halde bir hayli aradık. Sonra bir binanın tepesindeki kara kediyi görünce meşhur kedi evini bulmuş olduk. Bu kara kedicikler şehrin sembolü adeta. Hemen hemen tüm hediyelik eşyalarda bu figürü görebilirsiniz.
Hikayesi ise şöyleymiş: Büyük Lonca’ya kızmış olan bir tüccar kızgınlığını belirtmek amacıyla Lonca’nın karşısındaki binaya kızgın iki kara kedi heykelini arkası dönük olarak binanın tepesine yaptırmış. Zamanla husumet giderilince kediler düzgün bir şekilde tekrar konulmuş binanın tepesine :)
Şehrin Simge yapılarından birisi de Üç Biraderler Evi. 15 yydan kalma yan yana dizilmiş bu üç eve bu isim verilmiş.
Riga Eski Şehir meydanı cıvıl cıvıl. Sanırım Riga’ya günübirlik gelen turlar çok oluyor çünkü şehir birden kalabalıklaşıyor ve akşam sakinliyor. Biz Riga’da iki gün kaldık. Bir gününü de sahil kasabası olan Jurmala’da geçirdik.
Riga’nın tam ortasından muhteşem Daugava Nehri akıyor ve Baltık Denizi’ne karışıyor. Nehir günbatımında bir başka güzel. Tabi ki gün burada da batmıyor aslında. Biz saat 22.30 da nehir kenarındayken bu manzara ile karşılaştık…
Nehir boyunca uzanan Riga Şatosu restorasyon geçirmekte olduğu için ziyarete kapalıydı. Litvanya başbakanının çalışma ofisi olarak kullandığı şato aynı zamanda Doğa Tarihi Müzesi.
Riga eski şehir meydanından biraz uzaklaşınca Art Nouveau Bölgesi’ne ulaşılıyor. Elizabeth ve Alberta caddeleri arasında Art Nouveau sanat akımına göre inşa edilmiş binaların en güzel örnekleri bulunuyor. Açıkçası sanat tarihi bilgimiz yok ama bu binalardan etkilenmemek mümkün değil. Çoğu Rus Mimar Mikhail Eisenstein tarafından tasarlanmış. Biz de birçok turist gibi başımız yukarda binalara hayran hayran bakarak bu bölgeyi gezdik. Strelnieku Caddesi üzerindeki “Art Nouveau Riga” mağazasından tamamen Art Nouveau akımına adanmış kitaplar, broşürler, hediyelik eşyalar var.
Bence Riga’nın kalbi Özgürlük Anıtı’nın olduğu Brivibas Bulvarı. Heykel ülkenin Sovyet işgalinden kurtulup bağımsızlığını kazanmasını simgeliyor. Hemen yanıbaşında Riga’nın yeşil alanlarından biri Bestejkalnz yer alıyor. Nehir kenarında kafeler, kano ile gezenler, çimlerde güneşlenenler ve bir de aşk kilitlerinin takılı olduğu küçük bir köprü var :)
Riga’ya Bremen’den Bremen Mızıkacılarının heykeli hediye edilmiş. Riga ile Bremen kardeş şehirlermiş ama sanırım heykeller Gotik tarzda yapılmış ve Bremen’deki kardeşleri gibi sevimli değillerdi :) 1209 yılından kalma St.Peter Kilisesi’nin önünde yer alıyor.
Dom Meydanı, Pudra Kulesi, Nativity of Christ Katedrali görülmesi gereken noktalardan.
JURMALA
Jurmala Riga’nın denize bakan yüzü. Uçsuz bucaksız Baltık Denizi ve kumsalı uzanıyor önümüzde. Sabah erken saatlerde tren ile gittiğimiz Jurmala Riga’ya yarım saatlik bir mesafede. Yolda muhteşem doğa manzaraları bize eşlik ediyor. Jurmala’ya giderken denize girme hayali kuran ben, değil mayo giymek üzerimdeki polar montu bile çıkartamadım :) Jurmala’da Dzıntari tren istasyonunda indik. İsmi aklımda kaldı çünkü giderken durağın ismini kaçırmamak için Dizanteri diye tekrar ediyordum :) Upuzun bir caddesi var, oteller, kafeler, hediyelik eşya dükkanları ile dolu yolun sonunda muhteşem bir orman parkı ve yolun solunda ise Baltık Denizi! Dört saat süren ve bizi bir kafede üst üste kek, börek yiyip çay kahve içmemize sebep olan yağmur öncesi Jurmala’yı çok güzel gezdik. Yağmurdan sonra ise güneş öyle bir açtı ki denize girenler bile oldu. Biz ise ayakkabılarımızı çıkartarak sahilde uzuunn bir yürüyüş yaptık. Denizin tadını martılar çıkartıyor. Bu arada martıların bir kısmının başı siyah renkti ve eşim onlara Riga’daki binadan esinlenerek karakafalılar adını taktı hemen :)
Son bir not olarak şunu eklemeden geçemeyeceğim. Özellikle Letonya’da muhteşem pastaneler var! Muhteşem turtalar, kekler, pastalar, börekler çörekler!!! Kuzey ülkelerinde pastanecilik oldukça gelişmiş. Aslında pastanecilik tarihine bakılırsa Rusya bu konuda bir numara. Hatta ben ülkemizdeki çoğu pastaneci veya fırıncının neden hep Karadenizli olduğunu merak ederdim. Tesadüfen Saffet Emre Tonguç’un bir yazısında sebebini öğrenmiş oldum. Özellikle Ekonomik sıkıntılar nedeniyle, Rusya’ya gurbetçi olarak giden Karadenizlilerin, orada çeşitli iş alanlarında çalışırken aynı zamanda pastacılık mesleğini de öğrenmiş olmaları, Türkiye’ye döndüklerinde bu mesleği icra etmeleri bugün Türkiye’de bir çok pastane sahibinin Karadenizli ve özellikle Rizeli olmasının en büyük nedeniymiş. Riga’daki otelimizin tam karşısındaki (adres Tirgonu Caddesi) muhteşem pastanede otururken bütün bunlar aklımdan geçmişti, o yüzden bu arada biraz alakasız da olsa, bir not olarak yazayım dedim :)