Tuna’nın iki yakası: Sırbistan ve Romanya (Bölüm 1: Sırbistan)
03/12/2019Venedik, Adriyatik’in inci tanesi
05/01/2020Tuna’nın iki yakası: Sırbistan ve Romanya (Bölüm 2: Romanya)
Süha Zuhal Kılıç yazdı…
Arabamızla yaptığımız yurtdışı gezimizin Sırbistan’dan sonraki ikinci durağı Romanya oldu. Sırbistan gezi rehberi için buraya bakabilirsiniz.
Romanya’ya daha önce de gitmiş, bu şatolar ülkesine zaten hayran kalmıştık. Romanya ile ilgili diğer yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.
Bu yolculuğumuzda Romanya’nın geçen seferki gezimizde göremediğimiz gizli kalmış köşelerini keşfe çıktık.
Şimdi çok sevdiğimiz bu ülkenin vaad edebileceği güzellikleri size de anlatmaya başlayalım…
Romanya’nın gizli kalmış güzellikleri
Timişoara (Tameşvar)
Timişoara ya da bizdeki adıyla Tameşvar, 1989 Romanya Devriminden sonra komunizm yönetiminden kopan ilk şehir olmuş. Üç tane birbirine açılan güzel meydanı var. Biz en çok Barok tarzdaki binalarla çevrelenmiş Uniiri (Birlik) Meydanı’nı sevdik. 200 yıl Osmanlı egemenliğinde kaldıktan sonra bir 200 yıl daha Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun egemenliğinde kalmış olmasından dolayı, Timişoara Romanya’daki en kozmopolit şehirmiş. Mimarisi gerçekten çok güzeldi. Şehirde üç kocaman meydan, meydanda güzel güzel kafeler var ama sokaklarda insan yok! O kadar boş bir şehir ki. Bunun sebebi büyük ölçüde AB üyeliği ve işsizlik sebebiyle insanların diğer ülkelerde yaşıyor olmaları. Uniiiri Meydanında şimdi Sanat Müzesi olarak kullanılan Barok Saray, Sırp Ortadoks Katedrali, Nikolaus Lenau Lisesi, 19. yüzyılda yıkılmış olan kale kalıntıları ve Avrupa’nın birçok meydanında olduğu gibi, vebaya karşı koruduğuna inanılan sütun var.
Özgürlük Meydanında ise eski belediye binası, 1756 yılında vebadan ölenler anısına Viyanalı heykeltıraşlar tarafından yapılmış heykel anıt var. Burası daha küçük bir meydan.
Üçüncü meydan ise Zafer Meydanı, burada şehrin simge yapılarından Metropolitan Katedrali var. Katedralin önünde uzanan çiçek halısı, opera binaları, güzel kafeler var. Şansımıza o gün bir festivalin son günüydü ve kapanış yürüyüşü bu meydandaki caddede yapıldı. Bizde tam o sırada cadde kenarında bir kafede oturuyorduk ve resmi geçit töreni tam önümüzde gerçekleşti. Dünyanın dört bir yanından gelen folklor ekipleri arasında Türk ekibini görünce çok mutlu olduk :)
Timişoara’da bir gece kaldık. Eğer planlama farklı yapılırsa kalmadan günübirlik gezilerek yola devam edilebilir.
Cluj – Napoca (Karloşvar)
Romanya’da gezdiğimiz şehirler arasında Bükreş’ten sonra en hareketli şehir bir üniversite şehri olmasından dolayı Cluj’du. Tarihe bakılırsa, 15. yüzyılda Almanların Transilvanya Bölgesine gelmesiyle şehir canlanmış ve bugünkü mimarisine kavuşmuş. Bugün de şehrin büyük bir çoğunluğu Alman ve Macar kökenli. Romanya’nın Avusturya Macaristan İmparatorluğu egemenliğinde uzun yıllar kaldığını biliyorduk ancak halkının çoğunun hala Macar ve Alman kökenli olduğunu bu gezimiz sırasında öğrendik. Romanya, okuyup öğrendikçe bizi gerçekten de şaşırtıyor. Cluj aynı zamanda 1458- 90 yılları arasında ülkeyi yönetmiş olan Macar Kralı Matei Corvin’in de doğduğu şehir. Doğduğu ev şimdi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak kullanılıyor. Tam bir ortaçağ yapısı. Sokakları, Katedralleri, Mimarisi, Sarayları, Üniversitesi ile güzel denilebilecek olan Cluj yine bir günde gezilebilecek bir şehir.
Cluj da, Timişoara da güzel, düzenli şehirler ancak daha önce gördüğümüz Transilvanya Bölgesi’nin güzelliği çıtayı çok yüksek tuttuğu için, bir Bükreş, Sinai, Sibiu, Braşov’un yanında bizde çok fazla iz bırakmadı. Ama şehirdeki mimariye bayıldım, hep başım yularıda detaylara hayran kalarak gezdim.
Cluj, Timişoara iz bırakmadı ama Corvinilor Şatosu hepsinin yerine iz bıraktı diyebilirim :) Cluj’da geçirdiğimiz iki günün ardından sabah yola çıktık ve Viscri’ye gitmeden önce Romanya’nın en görkemli Şatosu olan Corvinilor Şatosu’na doğru yola koyulduk. Bu arada Romanya’nın yolları, trafik çok kötü. Genelde tek şeritli yollar ve sürekli trafik sıkışıklığı var. En ücra yollarda bile. Bu yüzden gideceğimiz noktalara ulaşmak planlanandan her zaman daha uzun sürdü.
Corvinilor (ya da Huniazilor) Şatosu dünyanın en korkunç şatolarından biri olma ünvanına sahip ilk 10 şato içindeymiş. Her yıl 300 bin ziyaretçi ile Romanya’nın en çok ziyaret edilen şatosuymuş. Burası aslında Hunedoara eyaletinin 15. yüzyılda inşa edilmiş ortaçağ suru. Gotik tarzda inşa edilmiş olan savunma kalesi bu sur üzerine yapılmış aynı zamanda Macar Kralı Matei Corvin’in mülkü. Yani kral ve ailesi yıllarca burada ikamet etmiş. Zamanla bir çok eklemeler yapılmış. Bir çok film setine mekan olmuş.
Şato büyük bir kaya kütlesi üzerinde inşa edilmiş. Kaleye giriş kapısında ulaşmak için Zlatsi Nehri’nin üzerindeki ahşap bir köprüden geçiliyor. İçeri girildiğinde ilk önce bir avluya adım atıyorsunuz. Yüksek çatılar, kuleler ve sayısız pencere ve dekoratif taşlarla bezeli balkonlara sahip büyük ve görkemli bir bina. Çatılardaki su borularına bayıldım :)
Kale bahçesinde, 30 metre derinliğinde bir kuyu bulunuyor. Efsaneye göre kuyuyu kazan on iki Türk tutsağa suya ulaştıklarında özgürlükleri vaat edilmiş. 15 yıl sonra kuyuyu tamamlamış Türk esirler. Ancak bu sırada Corvinler sözünde durmamış ve tutsaklara vaat ettiği özgürlüklerini vermemiş. Kuyu duvarındaki yazıtın “suyun var, ruhun yok” anlamına geldiği söyleniyor. Şatoda özellikle o dönemde Türkler’in tutsak edildiği işkence odaları var. Her ne kadar burada temsili olarak manken kullanılsa da o dönemde yaşanan barbarlığı anlatmaya yetiyor. İşkence odalarına girince, insanın içi ürperiyor, Şato kompleksi içinde ayrı bir bölümde de ortaçağ işkenceleri müzesi var. Ortaçağda Romanya da bu işkence konusunda pek geri kalmamış. Gezerken insan huzursuz oluyor ama meraktan gezdik. Corvinilor Şatosu yakınlarındaki turizm ofisindeki görevli, yakınlardaki Deva Kalesi’ni ve yol üzerinde Alba Ulia şehrini gezebileceğimizi söyledi. Deva Kalesi sanırım ülkedeki kalelerden en yükseğe yapılmış olanı. Finiküler ile çıkılıyor. Biz yoldan da görülebilen kale için planımızı değiştirmedik ama Alba Ulia ‘ya uğramaya karar verdik.