Dublin Gezi Rehberi: Bir şehir bu kadar mı sevilir?

Gulbenkian Müzesi
Rüya gibi bir Portekiz gezisi: Bölüm 5. Lizbon – Gulbenkian Müzesi
22/11/2019
Tuna’nın iki yakası: Sırbistan ve Romanya (Bölüm 1: Sırbistan)
03/12/2019
Gulbenkian Müzesi
Rüya gibi bir Portekiz gezisi: Bölüm 5. Lizbon – Gulbenkian Müzesi
22/11/2019
Tuna’nın iki yakası: Sırbistan ve Romanya (Bölüm 1: Sırbistan)
03/12/2019

5. Dublin Köprüleri

Samuel Beckett Bridge: 2009’un Aralık ayında kullanıma açılan bu köprü kuzeydeki Guild Street ile güneydeki  Sir John Rogerson’s Quay’ı birbirine bağlamakta. Liffey Nehri’nin iki yakasını birleştiren bu köprü 90 derece rotasyon yaparak Dublin Docklands, yani şehrin liman bölgesindeki geçişleri mümkün kılmakta.

Dublin’li yazar Samuel Beckett, 1969 yılında edebiyattaki modern üslubu ile Nobel ödülü almıştı. Bu modern tasarım köprü de gururla onun adını taşımakta.

Ha’penny (Half Penny) Bridge: Bu köprü, şehrin ilk yaya köprüsü olarak ayrı bir önem taşımakta. Ha’penny Bridge 1816 yılında yapılmış. 1999 yılında Millenium Köprüsü yapılana dek de şehrin tek yaya köprüsü olarak kalmış. 3 metre genişliğinde ve yine nehirden 3 metre yükseklikte olan bu köprü bir ara sevimsiz renklere de boyanmış ama 2001 yılındaki restorasyondan beri orijinal beyaz rengini korumakta.

Yarım penny ismi ise şuradan gelmekte. Vaktiyle nehrin iki yakası arasında geçiş imkanı sağlayan feribotların fiyatı yarım penny imiş, feribotlar eskiyip su almaya başlayınca bunların sahibi olan ve aynı zamanda Belediye Meclisi üyesi olan William Walsh’a bu köprü için 100 yıl boyunca sürecek olan leasing hakkı tanınmış ve bu köprüden geçen insanlar feribota verdikleri paranın aynısını ödeyerek karşıya geçebilmeye başlamışlar.

O zaman günde 450 kişinin geçtiği bu köprüden şimdi neredeyse günde 30,000 kişi geçmekte.

Ha’penny Bridge civarında bir kaç güzel restoran var, tavsiye olunur.

Biz yemeğimiz Millenium Bridge manzaralı Italian Corner isimli restoranda yedik, gayet de memnun kaldık.

James Joyce Bridge: İspanyol Santiago Calatrava’nın tasarımı olan bu köprü beyaz çelik ve beton karışımı yekpare dizaynı ile modern bir görünüme sahip. 2003 yılında kullanıma açılan bu köprü güneydeki liman bölgesini kuzeydeki Blackhall Place ile birleştirerek trafiği düzenlemeye yardımcı olmuş.

Açılış tarihi 2003 yılının 16 Haziranı, yani Bloomsday olan bu köprü James Joyce Köprüsü olarak adlandırılmış. Bu tarih Dublin halkının İrlandalı yazar James Joyce’u andığı ve meşhur romanı Ulysses’deki olayları canlandırarak onu ölümsüzleştirdiği bir gün. Aslında tüm dünyada da kutlanan bir gün Bloomsday. Ulysses romanında, baş karakter Leopold Bloom’un 16 Haziran 1904 tarihinde saat 08:00 den başlayarak ertesi sabaha kadar başına gelenler anlatılır. İşye her yıl bu günde insanlar o romandaki karakterler gibi giyinip gezerler, kitaptan okumalar ve performanslar yapılır.

Sean O’Casey Bridge: Bu köprü şehrin güney liman bölgesi ile Trinity arasında bir geçiş sağlıyor. 2005 yılında açılan bu yaya köprüsüne 1880-1964 yılları arasında şehrin kuzey bölgesinde yaşamış olan oyun yazarı Seán O’Casey’in adı verilmiş.

Butt Bridge: Bu köprü ise Georges Quay ile Beresford Place’i birleştiren trafiğe açık bir köprü.

Bunlar da köprü keşfine çıktığımızda çektiğimiz Liffey Nehri kıyısı fotoğrafları…

Büyük Kıtlık (Gorta Mór), İrlanda’da 1845 yılında başlayıp 1852 yılında son bulan kitlesel açlık, hastalık ve göç dönemine verilen ad. Bu da sahilde gezerken rastladığımız Büyük Kıtlık dönemine ait bir anıt; ölenlerin soyunun Kanada’nın kurulmasındaki katkılarına şükran içeriyor aynı zamanda…

6. Dublin’in güzel evleri ve rengarenk kapıları

Georgian Dublin döneminde, yani George adlı dört İngiliz kralı zamanına ait dönemde mimari gelişim ve kalkınma üst düzeylere çıkmış ve şehir mimarisinine ait yasalar gereği binaların birbirine uyumlu olması gerekliliği söz konusu olmuş. Hal böyle olunca ve evler hep birbirine çok benzer şekilde yapılınca halk da kendi evi diğerlerinden ayırd edilebilsin diye kapılarını canlı ve dikkat çekici renklere boyamaya başlamışlar. Bir de diyorlar ki, İrlandalı yazar George Moore, yine yazar arkadaşı Oliver St. John Gogarty, bardan sarhoş döndüğünde Moore’un evini bulabilsin diye ilk çılgın bir renge boyama hareketini başlatan kişi olmuş. Gerçi şair Y. B. Yeats de diyor ki, Moore evinin dekorasyonuna ancak yeşil bir kapı uygun olacağı için o renge boyatmış. Her kim ne sebepten başlattıysa nefis bir hareket olmuş bu, o güzelim evler rengarenk kapılarıyla daha da bir güzeller.

1970 yılında New York’da bir turizm ofisi bu kapıları Dublin tanıtımında kullanınca o kadar ilgi çekmiş ki, ondan sonra bu kapıları poster yapmışlar ve artık Dublin’in simgesi olmuş bu posterdeki fotoğraf…

Bu renkli kapılı evlere, özellikle otantik olanlarına bolca rastlayabileceğiniz bölgeler şehrin güneyinde yer alıyor. Merrion Square, Saint Stephen’s Green ve Fitzwilliam Square civarını gezerseniz efsane evler eşliğinde nefis bir yürüyüş yapmış olursunuz. Gerçi biz gezdik, gezmesine de, ben sonra bir duvara oturup, “beni burada bırakın, eve dönmek istemiyorum” şeklinde isyanları oynadım, yani böyle bir etkisi de var o bölgenin ama, işte gezme kararı artık size kalmış :)

Renkli kapılı evler arayışımız sırasında Fitzwilliam Square’den sonra Wilton Terrace, Herbert Pl., Warrington Pl., Clanwilliam Pl. boyunca yol alırken yine muhteşem evler gördük…

İşte böyle, aşık olduğum kadar varlar, di mi, çok güzeller yaaaa…

Renkli kapı arayışımız sırasında buraya yakın bir banliyö olan Ballsbridge denilen yerin methini duymuştuk, oraya da uğradık. Burası, Dublin’in güneyinde sevimli bir bölge. Butikler, bistrolar var. Çok aman aman bir yer değil yine de, yani gitmeseniz de olur.

Paylaşmak ister misiniz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir