Tuna’nın iki yakası: Sırbistan ve Romanya (Bölüm 2: Romanya)
06/12/2019Rüya gibi bir Portekiz gezisi: Bölüm 6 – Sintra
17/01/2020Venedik, Adriyatik’in inci tanesi
Süha Zuhal Kılıç yazdı.
Milano, Como Gölü, Verona ve Venedik’i kapsayan gezimizin elbette ki en göz alıcı kısmı Venedik’ti. İtalya’nın tarih kokan her köşesi ayrı bir hayranlık sebebi ama yine de Venedik bence en güzeli olmalı! Kelimenin tam anlamıyla bir rüya! Bence Venedik’e bir kez giden kesinlikle tekrar tekrar gitmek ister, tıpkı bizim gibi …
Verona’dan yaptığımız tren yolculuğu sonrası ulaştığımız Venedik daha ilk dakikadan itibaren bizi büyülemeye başladı. Tren ile yaklaşık 1.5 saat süren bir yolculuk sonrası ulaşılan Venedik’te Santa Lucia Tren İstasyonu’nda inmek gerekiyor. Ben yolculuk esnasında uyuyakalmışım. Gözümü açtığımda trenin her iki camından da denizin üzerinde gittiğimizi ve Venedik’e varmak üzere olduğumuzu anladım. Uçsuz bucaksız deniz ve denizin üzerinde yer yer kazıklar vardı. Bu arada trenin geçtiği yol Venedik’i Mestre anakarasına bağlayan tek yol.
Charles Dickens nasıl da doğru söylemiş. Venedik’i önceden bir ders gibi çalışmış olasam da, ilk defa, neyle karşılaşacağımı tam kestiremediğim bir şehir oldu benim için. Gerçi Santa Lucia’da inip, San Marco Meydanı’na gitmek üzere vaporettoya bindiğimiz gibi bütün endişelerim kayboldu, her şey su gibi aktı neyse ki.
Ulaşımın büyük oranda su yolu ile sağlandığı Venedik’te trenden indiğimiz gibi acaba nerede bu vaporettolar derken, zamanımızı hem iyi kullanmak hem ve iki gün içinde görebildiğimiz kadar çok yer görmek adına önce turizm ofisinden bir harita almaya karar verdik. Haritanın yanında bir de iki günlük ulaşım kartı satın aldık. Bütün vaporettolara binmeyi, hatta en popüler adalar Murano ve Burano Adaları’na ulaşımı da sağlayan bu kart çok işimizi gördü.
Kartımızı aldıktan sonra 1 Numaralı vaporettoya yöneldik. Gitmeden önce okuduğum bilgilere göre bu vaporetto sayesinde San Marco Meydanı’na gidebiliyor ve giderken de Canal Grande yani Büyük Kanal turu yapmış oluyordunuz. İyi ki bu bilgiyi daha önceden öğrenmiştim çünkü hem turizm ofisindeki görevli bizimle hiç ilgilenmedi (kimbilir günde kaç kişiye laf anlatıyordur), hem de bizim de, bu nemli ve sıcak havada, dur durak bilmeden gezdiğimiz Milano, Como ve Verona sonrası sırt çantalarımız da sırtımızdayken hangi vaporettoya bineceğimizi araştıracak pek halimiz yoktu :) Bu yüzden de 45 dakikalık Canal Grande turu bize yolculuk yaparken muhteşem manzaralar görme şansı tanıyan bir dinlenme molası da oldu aynı zamanda :) Rialto Köprüsü ve Accademia Venice’in de görüebildiği tur esnasında nereye bakacağımızı neyi fotoğraflayacağımızı şaşırdık! Vaporettolar, gondollar, özel tekneler, taksi botlar, vızır vızır deniz trafiği o kadar eğlenceli ki!
Belli bir mesafeden bakınca Adriyatik Denizi’nin üzerinde yüzüyor gibi görünen zarif, bir o kadar da romantik mimariye sahip evlerin karşısında büyülenmemek mümkün değil. Araba trafiğinin olmadığı Venedik’te sanki üç yüz yıl öncesinde gibi hissediyorsunuz. Deniz seviyesinden sadece 1 metre yüksekteki merkezi bölge denizin içindeki çökeltiye çakılmış milyonlarca çam kazıkla desteklenen 118 adacık üzerinde kurulu. Söylerken bile inanası gelmiyor insanın. Deniz seviyesinin yükselmesiyle yeraltı su seviyesinin düşmesi sonucunda oluşan çökme yüzünden Venedik her kış daha çok sualtı baskınına maruz kalıyor. Her ne kadar dalgakıranların yapılmasına başlansa da kent sakinleri Venedik’in varlığını borçlu olduğu lagünün ekolojik dengesinin bozulacağı gerekçesiyle su bentlerinin yapımına karşı çıkıyorlarmış.
Büyük Kanal turunu tamamladıktan sonra, önce otele gidip sırt çantalarımızdan kurtulduk. Hem birşeyler yemek hem de gündüz gözü ile sokaklarda gezinmek için hemen dışarı çıktık. San Marco Meydanı’ndan başladık. Meydan cıvıl cıvıl hatta aşırı kalabalık! Her yıl 12 milyon turist ağırladığını söylüyor rehber kitap… Venedikliler artık turist kotası konmasını istediler geçen yıl, bir de büyük cruise gemileri gelince günlük kalabalıklar daha da artıyormuş ama napalım Venedik de bu kadar güzel olmasaydı :)
Venedik’in görmeden, bilmeden olmazsa olmazları birkaç tarihi mekan ve eserin tarihçesini çok sevdiğim Saffet Emre Tonguç’un anlatımı ile aktarmak istiyorum (Kaynak)
SAN MARCO MEYDANI
Venedikliler, 9. yüzyılda şehrin azizi olan Marco’nun (Mark) kemiklerini İskenderiye’den getirtmişler, meydana da adı verilmiş. Şehrin bu en büyük meydanında 96 metre yüksekliğinde bir Çan Kulesi (Campanile) bulunuyor. Eski zamanlarda kafeslere konulan mahkumları tepeden meydana atarlarmış. Açık bir havada kulenin tepesinden Hırvatistan’ı hatta Alp Dağları’nı bile görmek mümkün. Rönesans, Barok ve Neoklasik usluplarda yapılmış olan Hazine Ofisleri meydanı çevreliyorlar. İçlerinde ise kafe ve pahalı dükkanlar var. Meydanda üzerinde, San Marco’nun Aslanı ve şehrin San Marco’dan önceki koruyucusu olan Bizans Kraliçesi Teodora’nin heykelinin durduğu granit sütunlar var. San Marco güvercinlerin tekelinde.
SAN MARCO BAZİLİKASI
Venedik yolunuzu, yönünüzü bulmakta zorlanabileceğiniz bir şehir ama kaybolmaktan sakın korkmayın, kaybolmak beraberinde sürprizleri de getiriyor. Kendinizi, hiç ummadığınız, çok keyifli bir yerde bulabiliyorsunuz. Dört İncil yazarından biri olan Aziz Marco’nun kemiklerinin muhafaza edildiği kilisede hep uzun kuyruklar var. Ya sabah erken gidin, ya da akşamüstü. Altar’ın arkasındaki Pala d’Oro (Altın Sunak) dedikleri parça İstanbul’daki sanatçılar tarafından 976 yılında yapılmış ve 2,000 civarında inanılmaz değerli taşla süslü. 13. yüzyıl Bizans ve 16. yüzyıl Rönesans mozaiklerinin güzel örnekleriyle dolu olan kilisenin üzerinde, 1204 yılındaki Haçlı yağması esnasında İstanbul’daki At Meydanı’ndan getirilen dört bronz atın (Quadriga diye geçiyor) kopyasını da görebilirsiniz. 1797 yılında Napolyon tarafından Paris’e götürülen bronz atlar, Fransız İmparatorluğunun sona ermesiyle tekrar Venedik’e getirilmiş. Atların orijinalleri ise kilisenin bir parçası olan Marciano Müzesi’nde bulunuyor. Kiliseden şehrin en kalabalık yeri olan San Marco Meydanı’nın manzarasını da seyredebilirsiniz.
PALAZZO DUCALE (DÜKLER SARAYI)
Eski dönemde Venedik’i yönetenlere Doge (Düka) denirmiş. Bunların yaşadığı bina inanılmaz sanat eserleriyle dolu. Düka’ların taç giyme törenlerinin yapıldığı Devler Merdiveni’nde (Scala dei Giganti) Mars ve Neptün isimli tanrıların heykelleri var. Düka’ların yaşadığı bölümdeki odalar tahta oymalar, altın varaklar ve yağlı boya eserlerle süslenmiş. Düka’lardan biri olan Henricus Dandolo 4. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’u ele geçirmiş, bugün mezarı Aya Sofya’nın ikinci katında bulunuyor. Altın Merdiven’den (Scala d’Oro) çıkarsanız, tavanı İncil’den sahnelerle süslenmiş olan Dört Kapılı Oda’ya ( Sala dele Quatro Porte) giriyorsunuz. Büyük Konsey Odası’nın (Sala del Maggior Consiglio) tavanında ise Tintoretto tarafından yapılan ve dünyanın en büyük yağlı boya eseri olarak kabul edilen Cennet var. Düka tahtının üzerinde, Veronese’nin yaptığı ve Türklere karşı İnebahtı Savaşı’nda elde edilen zafer için Hz. İsa’ya teşekkürlerini sunan komutan Sebastian Venier’in resmi bulunuyor. Tablolarda Osmanlı bayrağını görmek insanı şaşırtıyor. Binanın sonunda Ağlama Köprüsü (Ponte dei Sospiri) var. Casanova da dahil olmak üzere suçlular cezalarını çekmek üzere bu köprüden büyük bir üzüntüyle geçip, hapishaneye gitmişler.
Ahlar Köprüsü’nün (Ponte dei Sospiri) hikayesini ilk defa üniversite 1. sınıftayken gezgin tarih hocamızdan duymuş ve çok etkilenmiştim. Ben de bir öğretmen olarak düşünüyorum da öğretmenlik öyle kutsal ki öğretmenler öğrencileri üzerinde ne kadar da güzel izler bırakabiliyor, eğer doğru yerlerden yakalayabirse…
(PONTE) RİALTO KÖPRÜSÜ
3 km uzunluğa, 50 metre genişliğe sahip olan Büyük Kanal’ın üzerinde üç tane köprü bulunuyor. Scalzi, Rialto ve Accademia. Rialto Köprüsü Venedik’in tanıtımında en fazla kullanılan eserlerden biri. Her zaman kalabalık.
Rialto Köprüsü’nü Büyük Kanal turunda yakınen gördük. Günümüzde Ponte di Rialto’da turistik amaçla kullanılan birçok mücevher, ipek ürünler ve cam ürünü satan dükkanı görebilirsiniz. İnşa edildiği zamanlar ticaret amaçlı kullanılan Ponte di Rialto “Venedik’in Arka Salonu” olarak da biliniyormuş Şehrin kalbinde yer alan köprü Venedik’teki dört büyük köprüden biriymiş.
Dükler Sarayı’ndan başlayan Riva Degli Schiavoni rıhtımı adını bir zamanlar doğudan getirdikleri mallarla yüklü teknelerini buraya demirleyen Dalmaçyalı tüccarlardan almış. San Giorgio Maggiore Kilisesi tam karşıda adanın üzerinde görülebiliyor. Yosunlu duvarlara çarpan suyun sesini en güzel dinlediğim nokta ve Venedik bu noktadan çektiğim fotoğrafları ile aklımda ve kalbimde ölümsüz artık!
Venedik kitap gibi! Oku oku bitmez! İllaki eksik kalır… O kadar çok detay var ki…
Herbirinin hikayesi ayrı olan binalar, bazıları hala aristokrat ailelerin ikametgahı olarak kullanılanılırken bazıları ile otel, kafe, sanat galerisi olmak üzere el değiştirmiş. Herbiri sırayla restore edilmiş, bazıları hala restore edilmeyi beklerken daha da yıpranmış ve yaşlanmış…
Bu kitap gibi şehirde yapılacak en güzel şeyler altıyüzden fazla köprüyle geçilen yüzaltmışdan fazla kanalının birinde gondol sefası sürmek, labirenti andıran daracık sokaklarında kaybolmak, San Marco Meydanı’nda müzik dinletisine kulak vermek, vaporettolarla gezerek deniz havasını solumak, sanat galerini gezmek, karnaval maskelerine hayran olmak, Murano Adası’nda cam işçiliğine ve ustaların maharetine tanık olmak, lezzetli pizzaları mideye indirmek :)
İki gün geçirdiğimiz Venedik’te ilk gece San Marco Meydanı’na yakın bir yerde Residenza Ruga Giuffa adında tarihi bir otelde kaldık. İkinci gün ise Venedik’te akşama kadar gezip bir sonraki gün erken olan uçağa rahat yetişebilmek için Marco Polo Havalalanına daha yakın olan Mestre bölgesinde kaldık.
Oda kahvaltı sunan otelimizde güzel bir kahvaltının ardından ilk hedefimiz Murano-Burano adalarıydı. Ama önce bir gondol turu yapmalıydık gelmişken. Otelimizin hemen yakınında bulunan minik köprünün yanında bekleyen gondolculara doğru ilerlerken Çinli bir ailenin de gondol turu yapıp yapmama konusunda çekimser olduğunu gördük ve beraber gondol turu yapmaya karar verdik. 25 dk süren bir goldol gezisi yaptık. Zümrüt rengi kanallarda bir kuğu gibi süzülmek de bir başka güzel!
Gondolcular oldukça usta manevralarla gerektiği yerde ayakları ile binalardan güç alarak birbirlerine değmeden, devrilmeden köşe başlarından görünüveriyorlar. Gondol turumuz başladığı yerde bittikten sonra Çinli aile ile kısa bir sohbet ve vedalaşmanın ardından adaların yolunu tutmak üzere vaporetto istasyonlarına yöneldik.