İç Anadolu ve Orta Karadeniz Gezisi: Sivas, Amasya, Tokat ve Çorum
24/04/2024Balkanlar ve Dalmaçya Kıyıları Gezisi – Bölüm 3: Split
13/09/2024Strazburg
Colmar’a veda edip iki gün kalacağımız Strazburg’a yine bir tren yolculuğu ile 45 dakika sonra ulaştık. Colmar ve köylerden sonra gözümüze oldukça kalabalık ve büyük gelen Strazburg’a alışmamız pek uzun sürmedi.
Bana göre Strazburg’u ikiye ayırabiliriz. Biri Palace de la Cathedrale (yani Kathedral Meydanı) diğeri de Petite France bölgesi.
Cathédrale Notre Dame de Strasbourg
Kaldığımız otelden on dakikalık bir yürüyüş ile uzaktan gördüğümüz katedralin kulesinin tam da yanına çıkan sokağa saptığımızda başımızı bayağı bir gökyüzüne çevirmek zorunda kaldık çünkü tüm devasa büyüklüğü ve ihtişamı ile karşımızda yükseliyordu Notre Dame de Strasbourg. (Burada bir dilek diledim bir sonraki Notre Dame ziyaretim Paris’teki olsun diye)
Gotik mimarinin muhteşem bir örneği olan katedralin pembe kumtaşı cephesi saate ve gökyüzünün rengine göre değişiyormuş. Hele ışıklandırmaların devreye girmesiyle birlikte yüzlerce heykel duvarlardan atlayacakmış gibi canlanıyor. Katedralin içini de gezdik. İçeride görülmeye en değer kısım 16. Yüzyılda matematikçiler, heykeltraşlar ve İsviçreli saat ustaları tarafından yapılan Rönesans şaheseri Astronomik Saat.
Katedral Meydanında hemen köşede bulunan ev zamanında bir manava ait olan Maison Kammerzell. Şu an burası bir otel ve giriş katı restoran olarak hizmet veriyor. İncil, Yunan ve Roma uygarlıkları ve Orta Çağdan esinlenen oldukça detaylı bir cephesi var.
Katedral Meydanı günün her saati kalabalık turist grupları ile dolup taşıyor. Çok fazla ve sevimli hediyelik eşya dükkanları var 😊Katedrali gören kafelerdeki sandalyeler bir doluyor, bir boşalıyor. Biz de tam bu kafelerden birinde oturup Chopin çalan sokak müzisyeninin kemanı eşliğinde gelen geçeni izleyerek hoşça vakit geçirdik.
Katedral Meydanı’ndan uzaklaşınca Gutenberg Meydanına çıkıyor. Gutenberg Meydanı tahmin edeceğiniz üzere adını matbaanın mucidi Gutenberg’den alıyor. Gutenberg’in Strasbourg’da yaşadığı yıllarda matbaacılık üzerine yoğun araştırmalar yaptığı ve ilk baskı denemelerini burada gerçekleştirdiği söyleniyor. Meydanın ortasında Gutenberg Heykeli var.
Petite France
Petit France, arnavut kaldırımlı dar sokakları, etrafını çeviren kanallara görüntüleri yansıyan rengarenk evleriyle şehrin en görülmeye değer kısmı. Ortaçağda şehrin en fakir kısmını oluşturan Petite France şimdi şehrin en gözde bölgesi haline gelmiş.
Strazbourg’un ikonik evlerinden biri olan Maison des Tanneurs La Petite France’a geldiğimizde ilk karşılaştığımız simge oldu. Bir zamanlar değirmencilere (“millers”) ve hayvan derisi tabaklayıcılarına (“tanners”) ev sahipliği yapmış. Genellikle iki katlı ve geniş eğimli çatılara sahip olan bu rengarenk kütük çerçeveli evlerin çoğu 16. ve 7. yüzyılda yapılmış. Tabaklayıcılar derileri nehirde yıkadıktan sonra kurumaları için çatı katlara asarlarmış. Çatılardaki tavan pencerelerini açınca oluşan hava akımı da derilerin çabuk kurumasını sağlarmış. Bu evlerin en ünlüsü de işte 1572 yılında inşa edilen Maison des Tanneurs. Burası eskiden tabakhaneymiş, şimdi ise geleneksel Alsace mutfağını tadabileceğinizLa Maison de la Choucroute olarak hizmet veriyor.
La Petite France’ın hemen kıyısında bulunan, dört kule ve üç köprüden oluşan Pont Couverts, 13. yüzyılda Strazbourg bağımsız bir şehirken, bir savunma mekanizması olarak inşa edilmiş. Pont Couverts’in kelime anlamı “kapalı köprüler” demek. Köprülerin üzeri, savaş zamanında bu köprüde konuşlanan savunmacıları korumak için tahta çatılarla kaplıymış; isim buradan geliyor yani. Strasbourg Fransa’ya katılınca savunma mekanizması rolünü Barrage Vauban’a kaptırmış ama tahta çatılar kaldırılarak köprü olarak kullanılmaya devam edilmiş.
Strazburg’a ayırdığımız iki günün sonunda bu sefer karşı kıyıya geçerek, gezimizin son üç gününü geçireceğimiz Almanya’nın Freiburg şehrine gitmek üzere hazırlandık. Karşı kıyı diyorum çünkü iki ülke arasında sınır oluşturan Ren Nehrini geçince, hoop Almanya’dasınız.
Freiburg
Alsace Köylerini gezerken yüksek tepelerden ovalara baktığımızda uçsuz bucaksız gibi görünen ovaların ilerisinde sık ormanlara bakarken rehber Sebastian işte orası “Kara Orman“ demişti. Şimdi ise Kara Orman’ın eteklerinde kurulmuş Almanya’nın en güzel şehirlerinden biri olan Freiburg’u görme zamanı gelmişti. Strazburg’dan bu sefer otobüs yolculuğu yaparak bir saat sonra Freiburg’a vardık. Alman disiplini hemen kendini gösterdi ve otobüste pasaport kontrolü yapıldı. Daha önce de deneyimlerimize dayanarak bu konuda en sıkı ülkenin Almanya olduğunu söyleyebiliriz.
Freiburg’ a ilk geldiğimiz gün Pazar günüydü ve şehir sanki ölü bir şehirdi. Şaşırdık, ancak ertesi gün şehrin canlılığını görünce bu durgunluğun hafta sonuna bağlı olduğunu anladık. Freiburg, Baden Württenberg eyaletinin dördüncü büyük şehri olarak geçiyor. Ayrıca genç ve öğrenci nüfusunun çok fazla olduğu bir şehir.
Almanya’nın en sıcak bölgesi ve güneşten en çok yararlanan şehir olarak adı duyulmuş Freiburg’un. Almanya’nın en yeşil, en çevreci ve sürdürülebilir enerji kaynaklarının en çok olduğu ve uygulandığı bölge. Öyle ki, ben Hollanda’dan sonra en çok bisikleti burada gördüm.
Şehir öyle düzenli ki, tramvay ağı ve bisiklet yolları sayesinde hem şehirde hiç trafik yok, hem de her yere ulaşım çok rahat. Genci, yaşlısı herkes bisiklet kullanıyor.
Freiburg gezimize yine Katedral meydanından başladık. 1200’lü yıllarda Gotik tarzda inşa edilen katedral Münsterplatz adlı meydanda yer alıyor. Meydanda her gün öğlene kadar kurulan köylü pazarından leziz orman meyveleri alıp tadına bakabilirsiniz bizim gibi. Meydanda her Avrupa şehrinde olduğu gibi katedralin çevresinde kafeler, hediyelik eşya dükkanları ve restoranlar var.
Kaiser-Joseph Caddesi (Kaiser-Joseph-Straße) tramvayların geçtiği, araç trafiğine kapalı, mağazaların olduğu bir alışveriş caddesi.
Sokakta su kanalları (Bachle) göreceksiniz. Bu kanalların üzerinden bir kez atlanırsa, bir daha Freiburg’a gelineceğine inanılıyormuş. Ben kanaldan atlamakla kalmadım, yürümekten bitap düşmüş ayaklarımı kanalda serinlettim bir de 😊 Bu arada şehir tam bir çocuk dostu, aileler çocukları ile bu kanallarda oynamak için çıkmış sanki sokaklara. Çocukların kanallarda yüzdürmesi için ahşap tekneler satılıyor. Çocuklar mutlu, aileler mutlu.
Meydanda 1520-1532 yılları arasında yapılan Lienhart Müller Store (Lienhart Müller Mağazası) var. Belediye pazarı olarak kullanılıyormuş. Binanın dışında heykeltraş Hans Sixt von Staufen’in yaptığı heykeller bulunuyor.
Martin’s Gate ve the Swabian Gate adlı iki savunma kulesi var. Şehrin girişinde yer alıyor. Benzerini Selestat’da görmüştük. Daha doğrusu hem Alsace’da hem de Freiburg’da katedral ve savunma kuleleri çok benzer mimari ile yapılmış ortak tarih sayesinde..
I. Dünya savaşında çok tahrip olmuş Freiburg ama küllerinden doğmuş, hem de daha güzel ve yeşil olarak. Şehrin hemen hemen her yerinde çeşmeler var ve suyu içilebiliyor. Biz de herkes gibi suyumuz bittikçe mataralarımızı bu çeşmelerden doldurarak Kara Orman’dan gelen bu mis gibi sudan içtik hep.
Kara Orman yine birçok masala ilham olmuş, Grimm Kardeşlerin, Hansel ve Gratel, Kırmızı Başlıklı Kız ve Kurbağa Prens gibi masalları derlerken, Kara Orman’dan esinlendiği söylenir.
Masal gibi başka gezilerde buluşmak dileği ile…
Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü mezunu. Halen İngilizce öğretmeni olarak görev yapmakta. Çocukluğunda başlayıp bugüne kadar sürdürdüğü dünyanın dört bir yanından edindiği mektup arkadaşlıkları, seyahat belgesellerine ve tarihe olan ilgisi, farklı kültürleri öğrenme isteği yıllar geçtikçe artmış, bu hem İngilizce öğrenmesine hem de seyahat etmesine katkı sunmuştur. Öğretmenlik mesleğinin tatil imkanları ve aynı ilgi alanlarını paylaştığı tarih öğretmeni olan eşi sayesinde tam zamanlı öğretmen, yarı zamanlı gezgindir. Hobileri arasında doğa fotoğrafçılığı, kamp kurmak, trekking yapmak, çiçek yetiştirmek, kitap okumak ve gezi yazısı yazmak gelmektedir.