Avrupa’nın en batı ucuna yolculuk…
18/05/2014Fransız Rivierası’nın başkenti: Nice
26/05/2014Gezimize başlamadan yaptığım araştırmalarda Plomari’den, Olympos Dağı eteklerindeki ünlü kasaba Agiassos’a direkt ulaşmayı düşünmüş ama hiçbir kaynakta yolun düzgünlüğünü teyid edememiştim. Arabamızı kiralarken şirkete de aynı soruyu sordum ve bir bölümün asfalt olmadığını ve çok viraj ve uçurumlu olduğu bilgisini aldım.
Durum böyle olunca emanet araba ile kendimizi riske atmayarak, geliş yolumuzdan Gera Körfezi’ndeki kavşak noktasına kadar çıktık ve sonraki kavşaktan, kuzeyden Agiassos’a gitmeye karar verdik. Midilli’nin en yüksek dağının adı da Olympos, anakara Yunanistan’da olduğu gibi… Bu Olympos’un tepesinde de tanrılar döner dolaşır mı, onu bilemem ama bizim Agiassos uğruna epey dönüp dolaştığımız bir gerçek…
Agiassos adanın en güzel dağ kasabalarından biri ve dini merkez. Kestane, ceviz, elma, vişne ve kirazları meşhur. Ulu çınarlar göğe yükseliyor, baharda gelenler gelincik ve yabani orkidelerini anlatıyorlar.
Bu kasaba da diğerleri gibi zeytin ticareti ile zengin oluyor, en çok kadın öğretmen buradan yetişiyor. 1960’larda 8000 olan nüfus, bugün 3000 civarında. Asıl çöküş, 1922 mübadelesinden sonra yaşanıyor. Zengin tüccar Türklerin adayı terk etmesi ile birlikte Agiassos da öksüz kalıyor. Anadolu’dan gelenler yabancılık çekiyor, işlere sahip çıkamıyorlar ve bir gerileme başlıyor.
Aslında Agiassos’un yükselişi de buradaki büyük kilisede rahiplik yapan bir şahıs sayesinde oluyor. Adanın hasta Osmanlı valisi, rahip tarafından buraya davet edilir ve güzel hava, bol gıda valiyi iyileştirir. 1701 tarihinde Sultan Mahmut’a rica edilir, iyileşme şerefine vergilerde indirim istenir. İstek kabul edilince düşen vergiler nedeni ile Agiassos bir çekim merkezi olur.
İşte o meşhur kilisenin önündeyiz. Arnavut kaldırımı döşeli, çok güzel evlerin, hediyelik eşya dükkanlarının çevrelediği bir yokuşla buraya tırmandık aşağı meydandan…
Seramikçiler sıra sıra. Çanakkale göçmenleri ile gelen bir gelenek. “Panaghia Ti Vrefokratousa”=“Kutsal Çocuklu Meryem Kilisesi” 4. yüzyıldan kalan ikonaların, 9. yüzyılda yapılmış replikalarını muhafaza ediyor. 15 Ağustos, Meryem’in göğe çıkış bayramında binlerce kişinin akın ettiği söyleniyor. Avluda turistlere kiraya verilen eski keşiş hücreleri iyice bakım geçirmiş. Beyleri, asmalar altında hoş bir kahveye oturtup, biz hanımlar biraz seramik alış-verişi yapıyoruz ama asıl hevesimizi yarın Mantamados’a saklıyoruz.
Dönüşte birer fincan kahve de biz içiyoruz. Kahvenin sahibi şirin hanımefendi ile sohbet koyulaşıyor ve bizden, bu yaz gelecek olan Türklerle anlaşabilmek için gerekli birkaç kelime öğreniyor, dikkatle yazıyor, nenesinden biraz hatırladığını söylüyor…
Dolaştığımız tüm dükkanlardaki kadınlar hep Anadolu’ya dayanan köklerinden anlatmak ve bize sarılmak istiyorlar… Bizim nenelerimiz de hep Rumeli’yi anlatmadılar mı bize?
Yol virajlı ve bu nedenle dikkatli kullanmak gerekiyor, artık kalkmak, yola koyulmak vaktidir. Günler uzun nasıl olsa, güzel manzaraların, çamların, çınarların, kestanelerin, derelerin tadını çıkartarak kavşağa iniyoruz, bundan sonrası bildik bir yol.
Mitilini’ye giriş, akşam piyasası zamanı keyifli oluyor…
Biraz dinlenmenin ardından akşam yemeğine yine Ermis’e gidiyoruz. Tüccarların tanrısı, minik kanatlı Ermis bizi merak etmiş olmalı. Sofra donatıldı, Barbayanniler ısmarlandı, birbirimize ikram ettiğimiz meze tabakları elden ele geçiyor yine… Sonuç: 7 kişi bahşiş dahil 104 €… Fiyatlar fevkaladenin fevkinde…
Pazar akşamı olması nedeni ile ortalık biraz tenha gibi. Rıhtımın ve mehtabın tadını çıkartıyoruz… İyi geceler…
Yarın adanın kuzeyine çıkacağız, görüşmek üzere…