Dublin Gezi Rehberi: Bir şehir bu kadar mı sevilir?
27/11/2019Tuna’nın iki yakası: Sırbistan ve Romanya (Bölüm 2: Romanya)
06/12/2019Tuna’nın iki yakası: Sırbistan ve Romanya (Bölüm 1)
Süha Zuhal Kılıç yazdı…
Balkan ülkeleri arasında ilk kez gideceğimiz Sırbistan‘ı 2019 yaz tatili gezi planlarımıza dahil edip, Sırbistan gezisine bir de Romanya’nın daha önce görmediğimiz birkaç şehrini de ekleyince harika bir gezi rotası oluşturduk.
Bizim için harikaydı çünkü Balkan ülkelerinin kültürüne, doğasına oldum olası bayılıyoruz. Romanya’nın tarihi, doğası da diğer Avrupa ülkelerine kıyasla sıradışı, el değmemiş gibi geliyor bize. Bir de yola Trakya’dan arabayla çıkıp kısa sürede Avrupa’da olmanın verdiği rahatlık sayesinde, yine bizim için hatıralarla dolu bir geziyi gerçekleştirmenin mutluluğu ile ülkemize döndük.
Sırbistan gezi rehberi
Niş
29 Haziran sabahı erkenden yola çıktık. Sofya üzerinden Sırbistan’a vardığımızda gerek yolda gerek sınırda trafik ya da bekleme gibi bir sıkıntı yaşamadığımız için tahminimizden daha evvel vardığımızı gördük. Sınırdan çok rahat geçtik. Sırbistan’a girer girmez, Bulgaristan’da olduğu gibi otobanda kullanmak üzere vignette almak gerekmiyor, şehirlerarası yolculuklarda otobandan geçiş ücreti ödeniyor sadece. Sınırdan geçtiğimiz gibi hemen döviz bürolarından biraz para bozdurarak ülkenin para birimi olan Dinar’a geçtik. İlk kalacağımız şehri Niş olarak ayarlamıştık. Niş’te kalmak istememin sebebi hem ilk öğrendiğimde ilgimi çeken, illa görmemiz gerekir dediğim Kelle Kulesi, hem de tarih meraklıları olarak, Niş şehrinin Sırbistan sınırları içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopan son yerlerden biri olmasıydı.
Biz Niş’te iki gün kaldık ama her yerini gezmek için Niş’te tam bir gün yeterli olur.
Niş, Sırbistan’ın Belgrad ve Novi Sad‘dan sonra üçüncü büyük şehri, Balkanlarda yer alan en eski yerleşim birimlerinden biri ve tarih boyunca Doğu ve Batı arasında bir köprü görevi görmüş. Ayrıca Konstantinopolis’in yani İstanbul’un kurucusu ve ilk Bizans Kralı olan Büyük Konstantin‘in doğduğu şehir. Zaten şehrin girişinde “Konstantin’in doğduğu şehir” yazan tabelaları sık sık gördük. Her ne kadar üçüncü büyük şehir olsa da Niş bizde oldukça sakin, küçük, rahat, huzurlu bir şehir izlenimi uyandırdı. Hatta öyle olmasa da ben Citta Slow seçtim Niş’i :) Neşava Nehrinin kıyısına kurulmuş olan şehir yemyeşil, tıpkı tüm diğer Balkan ülkeleri gibi.
Gezimize Niş Kalesi’nden başladık. Zamanında Roma, Bizans İmparatorluğuna hizmet etmiş, ortaçağ döneminde de kullanılmış olan kaleye son şekli 18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu döneminde verilmiş. Kale şehrin tam göbeğinde Neşava Nehri’nin yanında ve bir köprü ile Niş’in en hareketli yeri olan King Milan Meydanı’na bağlanıyor. Çevresinde sıra sıra kafeler harika bir atmosfer yaratıyor.
Niş Kalesi oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Öyle ki biz biraz daha rahat gezip zamandan tasarruf etmek adına küçük gezinti treni ile gezdik içini. Kaleye Stambol yani İstanbul Kapısı’ndan giriliyor. Kale içi yemyeşil bir park görevi görürken bir yandan da bir çok tarihi esere ev sahipliği yapıyor. Bir dizi tarihi mezartaşı, Türk Hamamı, Bali Bey Camii, Roma şehir kalıntıları, Tarih Müzesi, Jazz Müzesi, çocuk parkı ve kafeler var.
Kaleyi gezdikten sonra Milan Meydanına bağlanan köprüden geçerek biraz etrafı keşfedelim dedik. Meydan trafiğe kapalı ve tam ortasında bir heykel bulunuyor. 1937 yılında Niş’in kurtuluşu anısına inşa edilmiş.
Kral Milan Meydanı’ndan sol tarafa doğru gidince kaleye, sağ tarafa doğru gidince Obrenoviceva Caddesi’ne ulaşılıyor. Burası neo-rönesans binaları ve ortasında yer alan birbirinden farklı kafeleri ile şehrin en popüler caddesi. Cadde epey hareketli, tam ortada büyük bir alışveriş merkezi var. Niş’in Obrenoviceva Caddesi’nde göze çarpan hoş mekanlardan birisi de Tramwaj Cafe. İçi tamamen bir tramvay gibi tasarlanmış olan kafede bir şeyler yiyip içmek keyifli. Ayrıca Türk kahvesi de servis ediyorlar. Eşim de ben de böyle bir mekanda oturup, caddeden gelip geçenleri izleyerek kahvemizi yudumlarken hem Niş’te ertesi gün gezeceğimiz yerleri planladık, hem de dinlendik.
Obrenoviceva Caddesi’nin ortasında bulunan alışveriş merkezinin sol tarafında şehrin en popüler sokaklarından birisi bulunuyor; “Kopitareva”. Çok sayıda kafe ve restoran bulunuyor. Sokakta gezmesi çok eğlenceli ayrıca yemek yenilebilecek çok hoş mekanlar var. Biz bu mekanlardan Kafana Galija’yı tercih ettik. Bu ardaa Kafana geleneksel Sırp Tavernalarına verilen isim. Bu meydanın başında oldukça popüler olan ama ne anlamına geldiğine dair herhangi bir bilgi olmayan bir de heykel var. Biz de herkes gibi bir fotoğraf çekmeden geçmedik :)
Niş’teki ikinci ve son günümüzde kahvaltının ardından Niş’te en çok merak ettiğimiz yer olan Kelle Kulesi’ne gitmek üzere evden çıktık.
Cele Kula, yani Kelle Kulesi, 9. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanan Sırp isyancıların uğradığı yenilgi sonucu, ölen Sırplar’ın kesilmiş başlarından oluşan 952 kafatasından inşa edilmiş bir kule. Kule, Osmanlıdan ayrılmak isteyen Sırplara ibret vermek için yaptırılmış. Bu emri veren komutan ise Hurşit Ahmet Paşa. Kule uzun zaman ibret olsun diye sergilenmiş, Sırbistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra üzeri örtülerek koruma altına alınmış ve daha sonra kuleyi içine alacak bir şapel inşa edilerek müze haline getirilmiş. İnsanın tüylerini diken diken eden, tarihteki akıl almaz vahşetlere bir örnek daha.
Kelle Kulesi’nden sonra şehrin hemen çıkışındaki Mediana Antik kentini gezmek istedik ancak erken bir saat olduğu için henüz açılmamıştı. Dışarıdan da görülebilen antik şehirde İstanbul’un kurucusu Konstantin’in Sarayı ve Roma eserleri var.
Biz de antik şehir kapalı olduğu için insanın tüylerini diken diken eden, tarihteki akıl almaz vahşetlere bir örnek daha teşkil eden toplama kampını gezerek güne devam etmeye karar verdik. Açıkçası Niş’te toplama kampı olduğunu Sırbistan’a gitmeden önce bilmiyordum. Krakow’daki Auschwits toplama kampına göre daha küçük olsa da aynı büyük acıların yaşandığı toplama kampını gezmek bizi yine çok hüzünlendirdi. Dört tarafı soğuk beton binalar, dikenli tellerle çevrili, gözetleme kulelerinin olduğu toplama kampının ana binası dört bölümden oluşuyor, bazı binalar ziyarete açık değil. Kaynaklara göre, Üç buçuk yılda Crveni Krst (Red Cross) toplama kampına getirilen 30-40 bin arası mahkumdan yaklaşık 10 bini yakınlardaki Bubanj Tepesi’nde infaz edilmiş. Bu kampın benzerlerinden bir farkı ilk kez bir gurup mahkumun toplu kaçış denemesi yapması ve 105 mahkumun kaçmayı başarmış olmasıymış. Zaten infazlar bu kaçışın arkasından başlamış. Niş’te Bubanj Tepesi’nde bir soykırım anıtı var. Kamptaki bölmelerde duvarlarda o döneme ait resimler, orada bulunmuş aileler ile ilgili resim ve bilgiler, eşyalar, kıyafetler, çocukların oyuncakları gibi eşyalar sergileniyor. En üst katta siyasi mahkumların turulduğu şartları daha da kötü olan bölümler var. Müze bir bilet alarak geziliyor, Auschwitz-Birkenau’daki gibi zorunlu rehber eşliğinde gezilmiyor, bilet satan kadın görevli İngilizce olarak kısa ama yeterli bir açıklama yapıyor ve sonra kendiniz geziyorsunuz.
Toplama kampının hüzünlü etkisini üzerimizden atmak üzere şehrin en canlı meydanı olan Obrenoviceva Caddesi’nin sokaklarına daldık. Amacımız hem biraz daha etrafı keşfetmek hem de akşam yemeği için daha önceden adını duyduğumuz, eski bir Osmanlı Konağından restorana dönüştürülmüş olan Stambolijski /İstanbul Restoran’ı bulmaktı. Bulmasına bulduk ama o gün kapalı olduğu için bu Osmanlı mimarisini yansıtan cumbalı eve sadece dışarıdan bakabildik.
Yakınlarda şehirdeki tek cami olan eski Osmanlı eseri İslam Ağa Camii’ ni gördük. Akşam yemeğimizi, duvarları Niş’e ait eski fotoğraflarla donatılmış olan Kafana Galija’da yedikten sonra Niş’teki son günümüzü Neşava nehri kıyısındaki sessiz sakin kafelerden birinde kahvemizi yudumlayarak sonlandırmak istediğimiz için Kalemegdan’ın yolunu tuttuk.