Dublin Gezi Rehberi: Bir şehir bu kadar mı sevilir?
27/11/2019Tuna’nın iki yakası: Sırbistan ve Romanya (Bölüm 2: Romanya)
06/12/2019Belgrad
Sırbistan’daki üçüncü günümüzde sabah erkenden Belgrad’a doğru yola koyulduk. Niş Belgrad arası 2.30 saat sürüyor. Belli yerlerde otoban geçiş ücreti ödeniyor. Yollar oldukça sakin, yol boyunca diğer Avrupa şehirlerinin tabelalarını görünce gittikçe gidesimiz geliyor :)
Belgrad’a girerken, uzaktan şehre baktığımızda beton yığını bir şehir oldu ilk izlenimim. Şehri gezdikçe güzelliklerini keşfettik. Tuna‘nın üzerindeki köprülerden geçerek ilk önce kalacağımız evi bulduk, şehrin işlek caddelerinden birinde olan apartmanın önünde park yeri olmadığı için biraz zorlandık. Şehrin belli yerlerinde park alanları var ama park süresini ve ücretini hesaplaması öyle karışık ki! Çünkü her caddeye göre değişiyor. Bu yüzden riske atmayarak en yakın kapalı otoparka koyduk arabamızı, nasıl olsa şehri yürüyerek gezecektik. Bu arada park konusunda yoldan geçen hangi Sırp’a danışsak bize çok kibar bir şekilde açıklama yaptı, Sırp insanını biz çok kibar bulduk. Bu arada dikkatimizi çeken şeylerden biri de, Sırbistan’ın AB üyesi olmamasından kaynaklı olarak genç nüfusunun gözle görülür bir şekilde fazla olmasıydı. Bu da gerek Niş ‘te gerekse Belgrad’da cıvıl cıvıl bir hava yaratıyordu. Belgrad’da bulunduğumuz iki gün inanılmaz sıcaktı. Zaten o günlerde Avrupa için aşırı sıcak uyarısı verilmiş. Şehri gezmeye Kalemegdan’dan başlamaya karar verdik.
Belgrad’ın kesinlikle en önemli turistik yeri Kalemegdan ve içerisinde bulunan park. Kanuni Sultan Süleyman, 1521 yılında Belgrad’ı fethedip kaleyi aldıktan sonra adını “Kale Meydan” olarak değiştirmiş ve daha sonra adı “Kalemegdan” olarak Sırpça anılmaya başlanmış.
Bir başka ilginç bilgi de şu, Belgrad’ın fethi 250 Bin kişilik Osmanlı ordusuyla gerçekleşmiş ve fetih sırasında şehir yerle bir olmuş. Bu nedenle Belgrad’da yaşayan Hristiyan halk İstanbul’da bulunan “Belgrad Ormanı” çevresine gönderilmiş. Belgrad Ormanı’nın adı da bir dönem burada Belgrad’lıların yaşamasından dolayı “Belgrad Ormanı” olarak anılmaya başlanmış ve öyle kalmış. Günümüzde kale içerisinde 2 adet kilise, kaleye giriş kapıları, surlar, Damat Ali Paşa’nın türbesi, hayvanat bahçesi, askeri müze gibi pek çok şey bulunuyor. Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği manzaranın da görülebildiği Kalemegdan ‘da bir de şehrin simgesel yapılarından Victor Anıtı bulunuyor.
Kalemegdan ‘dan çıkıp yürüyerek şehrin en işlek ve en güzel caddesi olan Knez Mihailova caddesine geldik. Burası şehrin kalbi, tabii bunda üniversite gençliğinin payı da büyük, cadde cıvıl cıvıl. Her iki yanında mağazalar, kafeler, dükkanlar… Muhteşem mimariye sahip binalar ile süslenmiş yaya yolunda yürümek ve fotoğraf çekmek bizi çok mutlu etti.
Akşam yemeğimizi yemeden önce hem günü iyi değerlendirmek hem de Tuna Nehri üzerinden güneşi batırmak için Kalemegdan’ın eteklerine Beton Hala’ya doğru yola koyulduk. Beton Hala denilen yer aslında Belgrad Limanına ait depoların bulunduğu bölgeymiş, ancak depoların lüks restoran ve kafelere dönüştürülmesiyle yine nehir kenarında gün batımı eşliğinde yemek yemek, yürüyüş ve koşu yapmak ya da tekne turuna katılmak için elverişli bir yer haline getirilmiş. Uzunca bir yürüyüş yaptık, tekne turu yapanları, sörf yapanları, kafeye dönüştürülmüş tekneleri gördük, ancak Tuna nehrinin kirliliğine şahit olduk halbuki ben belki Tuna’da yüzeriz diye mayolarımızı bile yanımıza almıştım.
Gün batımını izledikten sonra güzel caddelerden geçerek akşam yemeğimizi yemek üzere, Belgrad’ın Bohem bölgesi, Skadarlija ‘ya geldik. Bence akşam yemeği için burası tercih edilmeli çünkü Arnavut kaldırımlı sokakları, 18. yüzyıldan kalma otantik görüntüsü, sanat kokan mekanları insanı adeta davet ediyor. Kafana denilen, yerel lezzetleri ve Sırp şaraplarını sunan, çok sayıda restoranın sıralandığı bölgenin hoş bir atmosferi var. Bizdeki meyhanelere benzer bu mekânlarda, sabahın erken saatlerine kadar geleneksel Sırp canlı müzikleriyle keyifli akşamlar geçirmek mümkün. Sanatçıların uğrak noktası olan Skadarlija’yı aslında sanatçılar popüler hale getirmiş. Tiyatro oyuncularının tiyatro binasına yakınlığı sebebiyle, oyun sona erince buraya gelmesi ve sabahlara kadar eğlenip sohbet etmesiyle Belgrad’ın bohem ve sanat köşesi olmuş Skadarlija.
Belgrad’taki ikinci günümüzde Sırbistan’ın en eski ve görkemli kalelerinden olan Golubac yani Güvervilik Kalesi’ni görmek üzere yola koyulduk. Hava inanılmaz sıcaktı. Zaten biz ne zaman bir kaleye tırmanacak olsak hava inanılmaz sıcak oluyor ve kale tırmanışı iki kat zor hale geliyor :)
Yapım tarihi bilinmemekle beraber bir ortaçağ kalesi olan Golubac Kalesi, Tuna nehrinin kenarında, doğu ve batı ticaret yollarının kesiştiği bir noktada ve ülkeyi tehlikelere karşı korumak için en iyi olabilecek yerde büyük bir kaya kütlesinin üstüne inşa edilmiş. Tuna nehri Macaristan ve Sırbistan arasında doğal bir sınır olduğu için tarih boyunca kale bir çok savaşa sahne olmuş. O dönemlerde Macaristan egemenliğinde olan kale, 1402-1410 yılları arasındaki ateşkes döneminde iyi niyet göstergesi olarak Macar kralı Sigismund tarafından Sırp Kralı Despot Stefan Lazarovic’e verilmiş. Ancak bir şartla, Sırp kralının egemenliği sona erince Kale tekrar Macaristan’a geri verilecekmiş. Ancak Sırp Kralı Stefan Lazarovic ölünce kalenin komutanı kaleyi tekrar Macaristan’a teslim etmek yerine 12000 altına Osmanlı İmparatorluğu’na satmış ve bu da yıllarca sürecek olan savaşlara sebep olmuş. Kale 19.yya kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış.
Her ne kadar savunma kalesi olsa da çok romantik bir görüntüsü olan kaleyi çok beğendim. Son yıllarda yapılan restorasyon çalışmaları ile turizme kazandırılmış. Tuna nehrinde yapılan gezinti turları ile kale nehir tarafından da görülebiliyor. Golubac, Djerdap Milli Parkı sınırların içinde. Burası Tuna Nehri’nin en geniş aktığı yer.
Golubac Kalesinden Belgrad’a dönerken yolda karşımıza çıkan kahverengi tabelalar arasından Srebrno Jezero (ya da Silver Lake ) tabelası birden fazla yerde karşımıza çıkınca hem bir mola veririz hem de yeni bir yer daha görürüz diyerek yolumuzu değiştirdik ve Silver Lake denilen turistik bölgeye geldik. Bir doğa harikası olan bu yerde, kocaman bir göl, göl çevresinde kafeler, restoranlar, su sporları, plajlar, kanoyla gezenler, yüzenler vardı kısacası bir sayfiye yeriydi Silver Lake. Yemyeşil Sırbistan’ın güzel bir köşesini daha görmüş olduk ve güzel bir öğle yemeği molasından sonra gölün etrafında bir tur atarak sıcaktan daha fazla etkilenmemek adına Belgrad’a doğru yola koyulduk tekrar. Veee Yolda nehir boyunca giderken en sevdiğim kuş olan zarif mi zarif yabani kuğuları gördük hem de onlarcasını… Muhteşem bir tabloydu. Kimi avlanıyor kimi yıkanıyor kimi de süzüle süzüle yüzüyordu… Bir müddet kuğuları izledikten sonra yolumuza devam ettik. O gün çok şanslıydım ki akşam Zemun Bölgesinde bu sefer de bir sürü evcil kuğu ile karşılaştık :)
Belgrad’a döndükten sonra karanlık çökmeden Zemun’u görmeliydik. Bu yüzden evde kısa bir dinlenme molasının ardından tekrar dışarı çıktık. Zemun’a geçmeden önce Belgrad’ın büyük katedrali Aziz Sava Katedrali’ne uğrayıp Belgrad’ın bu simge yapısını da görelim dedik. Birkaç fotoğraf karesi aldıktan sonra araba ile 10-15 dkk mesafe uzaklıktaki Zemun Bölgesine geldik.
Kej adı verilen Zemun’un kıyı kesimi çok hoş. Uzun sahil şeridi boyunca yürüyüş yapmak, bisikletle gezmek, güzel kafe ve restoranlarda yemek yemek çok keyifli olsa gerek diye düşünerek biz de bisikletle gezmesek de uzun bir yürüyüş yaptık ve akşam yemeğini güneşin batışından sonraya bırakarak önce bölgenin simgesi olan Gardoş Tepesindeki Milenyum Kulesi ‘ne çıktık. Şehir manzarasının, Tuna Nehrini’nin görülebildiği Milenyum Kulesi 1896 yılında Macarlar tarafından inşa edilmiş bir gözlem kulesi, şimdi şehrin cazibe merkezlerinden biri. Tuna üzerinden gün batımını izleyip manzaraya doyduktan sonra Zemun Meydanını gezmek üzere aşağı indik. Zemun ‘da en çok sevdiğim şey ise kuğular oldu. Bir şehri güzelleştirmek için içine birkaç kuğu yeter zaten :) Kuğular evcil oldukları için insanlardan ürkmüyorlar o yüzden biz de onları besleyerek çok yakınlarında bulunup bol bol birbirinden güzel fotoğraflar çekip görsel bir şölen yaptık kendimize.
Zemun’u da gördükten sonra artık ertesi gün Sırbistan’ın merak ettiğimiz diğer şehri Novi Sad’a gitmeye hazırdık.