Arabayla İstanbul’dan Polonya’ya – Bölüm 1: Belgrad, Sırbistan
27/01/2018Arabayla İstanbul’dan Polonya’ya – Bölüm 3: Auschwitz
28/02/2018Atatürk özlemi ve aşkıyla, onun yaşadığı yerleri gezip bize içinde Atatürk’e dair nice anı ve belki de bir çoğumuzun bilmediği bilgileri sunan ve bize Selanik’ten Makedonya’ya uzanan coğrafyayı tanıtan bu nefis gezi yazısı için sevgili gezgin dostumuz S. Zuhal Kılıç’a sonsuz teşekkürler.
Selanik’ten Makedonya’ya Atatürk’ün izinde – Süha Zuhal Kılıç yazdı…
Balkanlar’ın tadı damağımızda kalınca geçen sene, bu kış tatilimizde de hem yakın bir yerlere gidelim hem de Balkanlar’ı keşfe devam edelim diyerek rotamızı bu kez Makedonya’ya çevirdik.
Makedonya’yı seçmemizin sebebi bir başka Balkan ülkesini keşfetmek değildi sadece. Makedonya’yı merak ediyor olmamızın yanı sıra uzun zamandır Atatürk’ün yaşadığı şehirlere gitmek, Onun yürüdüğü sokaklarda yürümek, okuduğu okulları ziyaret etmek istiyorduk.
Bu yüzden sekiz günlük seyahatimize Selanik’ten başlayıp Selanik’te son vermeye karar verdik. Makedonya, Balkanların tam ortasındaki bu şirin ülke, doğası, geleneksel lezzetleri ve sıcakkanlı insanlarıyla kalbimizde ayrı bir yere sahip artık.
Selanik
İpsala Sınır Kapısı’ndan geçerek, Selanik’e yaklaşık 9 saat süren ve gece yaptığımız bir otobüs yolculuğu sonunda sabah 08:00 sularında vardık. Selanik’te iki gün geçirmeyi planladığımız için şehre erken gelmek bize zaman tasarrufu sağladı. Yakın ülkelere otobüsle gitmeyi seviyoruz. Bu sefer sınırda da fazla oyalanmadık, çok rahat bir yolculuk oldu.
İpsala’dan sonra sırası ile Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe ve Kavala şehirlerinden geçerek Selanik’e varılıyor. Daha önceden görmüş olduğumuz için bu sefer tekrar bu şehirlere uğrama ihtiyacı duymadık. Ancak Kavala, Dedeağaç ve Selanik’e kaç kere gidersem gideyim yine de gitmek isterim :) Deniz kenarında şirin mi şirin şehirler. Bu arada İskeçe’de her Şubat ayında İskeçe Karnavalı yapılıyor.
Ktel Makedonia adlı otogara vardıktan sonra 31 numaralı belediye otobüsü ile doğru Aristotales Meydanı’na giderek kalacağımız eve yerleştik. Eski, neoklasik tarzda yapılmış bir apartmanda kaldık. Merkezde konaklama seçmemizin sebebi yürüyerek her yere gitmek istememizdi. Selanik hem yürüyerek hem de toplu taşıma ya da taksi ile çok rahat keşfedilebilen bir şehir.
İki gün, Selanik’i dolu dolu gezmek için yeterli bence. Sahile paralel güzel caddeler var ve sahil inanılmaz güzel. İzmir’in ikizi deniliyor, kordon çok benziyor gerçekten de.
Selanik’te 1917 yılında çok büyük bir yangın çıkmış ve şehrin yarısından çoğunu yok etmiş. Yangında Ana Poli denilen bölge (Kale içi) hariç şehrin neredeyse tamamı yanmış. Yangından sonra dönemin başbakanı Venizelos yeni bir şehir planı yapılmasını istemiş. Fransız mimar Ernest Hebrard, geniş paralel bulvarlar, geniş alanlar ve caddeler içeren Bizans mimarisi ile uyumlu yeni bir plan yapmış. Her sokak denize açılıyor, yer yer arkeolojik kazı alanları ve bunun sonucunda ortaya çıkan ören yerleri karşınıza çıkabiliyor, Bizans kiliseleri şehrin her yerine serpiştirilmiş gibi.
Şehrin gezilip görülmesi gereken yerlerini sonraya bırakarak hemen ayağımızın tozuyla ve büyük bir heyecanla Atatürk’ümüzün evine koştuk. O zamanki adresi ile Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi’nde, günümüzde ise Apostolou Pavlu Caddesi, 17 numarada bulunuyor. Agiou Dimitriou, 151 adresindeki Türkiye Cumhuriyeti Selanik Başkonsolosluğu ile birlikte aynı yerleşkenin bir parçası.
İlk kez 2003 yılında gelmiştim. Değişiklikler gördüm. Okuduğuma göre müzecilik anlayışına bağlı kalarak 2012 yılında yapılan bir restorasyon ile evde önceden sergilenen o dönemi yansıtan tarihi eşyalar ve evin eski sahiplerinin yaptığı eklemeler kaldırılmış, her odaya bir isim verilmiş ve Atatürk ve Zübeyde Hanım’ın balmumu heykelleri ile sade ve güzel bir hale getirilmiş. Atatürk’ün balmumu heykeli öyle gerçekçi ki duygulanmamak elde değil. Özellikle elini o an öpmek geldi içimden.
Birinci katta antre, Selanik Odası, mutfak, Manastır Odası var. İkinci katta Ankara Odası, İstanbul Odası var ve Atatürk’ün yaşamına dair panolar, belgeseller, Atatürk’ün kişisel eşyaları sergileniyor.
Her panonun sonunda yazan cümle evin anlam ve önemini belirtiyor zaten, her şeyin başlangıç noktası…
Atatürk’ün evinden sonra yine şehirde benim için Atatürk ile özdeşleşmiş bir esere, Beyaz Kule’ye gittik. Yaklaşık on iki yıl önce okuduğum Beyaz Kule adlı belge-roman türündeki kitaptan o kadar etkilenmiştim ki, Selanik’e bir kez de bu kitabı okumuş olarak gitmeliyim demiştim.
Tekrar gitmek kısmet oldu ve bu sefer kitabımı gitmeden önce bir kez daha okudum ve yanımda götürdüm. Atatürk’ün özellikle gençlik yıllarının anlatıldığı kitapta Beyaz Kule’nin adı çok sık geçer. Mesela aşağıdaki parçada olduğu gibi.
… Bu kulenin hemen yakınında askeri kulüp ve bir tiyatro bulunuyordu. Eğlence ve kültür yan yana. Sıcak yaz akşamlarında Beyaz Kule’den yükselen şen kahkahalar dalga seslerine, askeri kulüpten yayılan yumuşak ezgiler ise martı çığlıklarına karışırdı.
Genç Mustafa Kemal, arkadaşları Enver, Talat, Mithat Şükrü, Yakup Cemil’le birlikte sık sık Beyaz Kule’ye uğrayıp, sabahlara kadar devam eden vatan ve hürriyet konulu sohbetler yapardı…
Gelelim Beyaz Kule’nin gerçek hikayesine. Selanik’in en meşhur sembolü olan bu kule, aslında kanlı bir geçmişe sahip. Anlatılanlara göre Osmanlı İmparatoru II. Mahmut, bu kulede büyük bir Yeniçeri kıyımı yapmış. 1913 yılında Selanik tekrar Yunan egemenliğine girince, kulenin bu kötü şöhretini ortadan kaldırmak için beyaza boyandığı söylenir. Kuledeki beyaz boya dökülüp gitmesine rağmen ismi Beyaz Kule olarak kalmış.
Beyaz Kule’de, interaktif multimedya aracılığıyla Selanik’in tarihi de anlatılıyor. Bir bilet alarak kuleye çıktık ve şehri kuşbakışı bir de buradan gördük. Uçsuz bucaksız deniz ve kordon, hava da açıksa tadına doyum olmaz bir manzara…
Sahil boyunca yürürken karşımıza çıkan George Zongolopoulos’un şemsiyeleri çok hoş modern sanat örneklerinden. Heykel 1997 yılında Selanik Avrupa Kültür başkenti olduğunda şehre konulmuş. Selanik’in en çok fotoğraflanan noktasıymış haklı olarak çünkü gece veya gündüz, yağmurlu havada ya da güneşli havada her zaman farklı güzellikte bir manzara sunuyor.
Biz Selanik’teyken hava çok güzeldi, ikinci günün sonunda gece çok yağmur yağdı ama yağmurdan önce öyle güzel bir gün batımı izledik ki. Ben de şemsiyelerin farklı havalarda birçok fotoğrafını çekme imkanı buldum böylece.
Beyaz Kule’den yuları doğru kordonda yürümeye devam ederek Büyük İskender heykelinin olduğu meydana vardık. Burası aynı zamanda miting, tören alanıydı sanırım. Biz oradayken sırtına Yunan bayrağını almış, üzerinde geleneksel kıyafetleri bulunan birçok Yunan, hararetli hararetli meydana akın etti, bir eylem vardı ama ne olduğunu anlamadık, zaten biz de eylemin olduğu saatlerde yukarı Selanik’e Ana Poli’ye gitmeyi tercih ettik.
Şehirde çok fazla kilise ve Bizans eserleri var demiştim. Bunlar çok iyi korunmuş ve yer yer açık hava müzesi gibi sergilenmekte. Roma İmparatoru Galerius’un yaptırdığı üç eser var. Rotunda ve Galerius Kemeri bunlardan ikisi. 4. yüzyıldan kalma. Rotunda’nın diğer adı Agios Georgios Kilisesi. Arkeologlar, dönemin Roma İmparatoru Galerius’un emriyle yapılan kemer ve kiliseyi, Selanik Sarayı’na bağlayan yollar bulmuşlar. Rotunda, (Agios Georgios Kilisesi) Osmanılar zamanında yanına bir minare dikilerek cami olarak kullanılmış.
Navarinou Meydanı’nda bulunan Galerius Sarayı (Gounari) ise Roma İmparatoru Galerius’un üçüncü anıtı. Yani meydanda İmparator Galerius’a ait olan sarayın kalıntıları yer alıyor.
Selanik’te Kapani ve Modiano pazarları var. Pazarda bir sürü taze gıda, baharat ve giyim eşyası satılıyor. Özellikle balık pazarı çok leziz görünüyordu :) Hemen yakınındaki Modiano Pazarı ise günümüzde yok olmaya yüz tutmuş.
Kapani Market’in hemen yanındaki Ermou Caddesi’nden sola doğru gidince Agia Sophia Kilisesi meydanına ulaşılıyor. Ayasofya Kilisesi 5. yüzyılda burada inşa edilmiş olan kilisenin yerine, 8. yüzyıl başında İstanbul’da bulunan Ayasofya Kilisesi örnek alınarak inşa edilmiş. Kilisenin iç duvarlarında yer alan mozaik süslemeler görülmeye değer. Unesco Dünya Kültür Mirasları listesinde.
Selanik’teki ikinci günümüzde kahvaltının ardından hemen Ana Poli’ye yani kale içine gitmeyi planladık. Belediye otobüsü ile gidelim dedik ancak bir saat boyunca beklediğimiz otobüs gelmeyince biz de taksiye atladık ve zaman kaybettiğimize üzüldük. Kaleye yürüyerek de çıkılabilir ancak yokuş insanı oldukça yorar. Biz dönüşümüzü farklı yerler görelim diye yürüyerek yaptık ama kaybolduk. Sonra sahile doğru gittiğini öğrendiğimiz bir gurup genç peşimize takılın biz sizi götürürüz dediler ve gerçekten de kestirme yollardan bizi Aristotales Meydanı’na çıkardılar.
Ana Poli eski Türk Mahallesi. 1917 yangınından sadece burası yara almadan kurtulmuş o yüzden oldukça eski, yıkılmaya yüz tutmuş ve tarihi evler var. Bana Cunda Adasında ara sokaklardaki eski Rum evlerini hatırlattı. Ana Poli’ye Kastra yani kale de deniliyor. Etrafında birçok Bizans Kilisesi var. Bu bölge yakın zamanda restore edilmiş. Biz Taksi ile Trigoniou Burcunun yanına gittik ve kaleyi gezmeye başladık. Ancak birçok kısmı kapalıydı. Öyle Ohrid ya da Üsküp surları gibi yürüyerek boydan boya gezilmiyor. İçeride bir bölümde sergilenen eski eserler ve tarihçenin anlatıldığı panolar var, ücretsiz olarak gezilebiliyor. Biz daha çok kale ve surları dışarıdan etrafında dolaşarak gezdik.
Yukarıdan manzara görülmeye değer. Bütün Selanik ayaklar altında. İmparator Theodosius, bu surları 379-475 yılları arasında inşa ettirmiş. 14. yüzyılda yeniden inşa edilen surlar, Osmanlılar zamanında Yahudi mezarlığından sökülerek getirilen mermer taşlarla iyice sağlamlaştırılmış.
Kaleden aşağı doğru inmeye başlayınca karşımıza Moni Vlatadon Manastırı çıktı. Bu manastır, yazılı kaynaklara göre 14. yüzyılda inşa edilmiş ve yüzyıllar boyunca çeşitli eklemeler yapılmış. 16. yüzyılda ise Osmanlılar tarafından kullanılmış. Tonozlu şapeli, kavisli kemerleri, çok değerli Bizans ikonaları ve 14. yüzyıldan kalma freskleri varmış.
Biz gittiğimizde ses seda yoktu, kapı da kapalıydı o yüzden içine giremedik ancak denizden yüksekliği 120 metre olduğu için muazzam bir manzara izleyebiliyorsunuz.
Selanik’in en önemli kilisesi Agios Dimitrios Kilisesi. Bu görkemli yapı, 5. yüzyılda kentin azizi için yaptırılmış. Romalı bir asker olan Dimitros M. S. 303’te İmparator Galerius’un emriyle eski bir Roma hamamı yakınlarında öldürülmüş. Bu askerin mezarı, Agios Dimitrios Kilisesi’nin altında bulunuyormuş.
Osmanlılar’ın egemen olduğu dönemde freskleri alçıyla kapatılarak camiye dönüştürülen kilise, 1913 yılında tekrar Yunanların eline geçince fresklerin üzerindeki alçıları kazıyan Yunanlar, Selanik’in en güzel mozaikli kilisesini de tekrar ortaya çıkarmışlar. 1917 yılındaki yangında büyük hasar gören kilisede, 5. ve 8. yüzyıla ait mozaikler kurtarılmış.
Yine şehrin tam ortasında yer alan Bizans eserlerinden biri Roma Forumu. Roma Forumu, M.Ö. 42 ile M.S. 138 yılları arasında inşa edilmiş ve 1962 yılında yapılan arkeolojik kazılarda keşfedilmiş. İnşa edildiği dönemde şehrin sosyal, ekonomik, idari, kültürel ve dini merkeziymiş. Tıpkı İtalya’da bulunan Roma Forumu gibi dönemin kamu binaları, mahkemeleri, pazar alanları, hamamlar, dükkânlar, eğlence yerleri vs. bu kompleks içerisinde yer alıyormuş ancak günümüze ulaşamamış. Foruma yukardan bakan kafe çok hoştu.
Aristotales Meydanı’ndan sahile doğru inince kordon boyunca çok hoş restoranlar, kafeler var. Bu arada Selanik’te adım başı fırın var ve fırınlarda çok güzel börek çörekler. Kahvaltıda börek çörek yemek çok tercihimiz değil ama zorda kalınırsa bu fırınlar çok işe yarar. Özellikle pırasalı ve ıspanaklı börekler çok lezzetli, tanıdık tatlar.
Kordon boyunda, Beyaz Kule’ye kadar olan kısmın adı Nikis Avenue. Biz genellikle tercihimizi Balkonaki adlı tavernadan yana kullandık. Canımız çay isteyince de Mado’ya gittik :)
Nikis Avenue’nin bir üst paralelindeki cadde Tsimiski Caddesi. Burası şık mağazaların olduğu alışveriş caddesi. Tsimiski’nin bir üst paralelindeki cadde Egnatia. Burası daha işlek, merkezi, belediye otobüslerinin vızır vızır geçtiği cadde. Egnatia caddesinin bir paralelinde denize en uzak olan cadde ise Atatürk’ümüzün evinin de bulunduğu Agiou Dimitrion Caddesi.
Beyaz Kule’nin tam tersi istikamete yürüyünce liman var. Limandaki depolar sanat merkezi olarak kullanılıyor ve zaman zaman resim sergileri açılıyormuş. Tavernaların en çok olduğu bölge ise Ladadika.
Selanik’i bu seyahatimize dahil etmemizin başlıca sebebi dediğim gibi, Atatürk’ün doğduğu şehri ziyaret etmek, O’nun yaşadığı yerleri görmek, havayı solumak biraz olsun o günleri hayal etmekti. İlk amacımız buydu. Ancak Selanik’i hem bize yakın olması, ulaşımın kolay olması hem de sakin, rahat ve güzel bir şehir olmasından dolayı herkese tavsiye ederim.
Üsküp’e geçmeden önce Selanik’te iki gün geçirdik. Bu süre şehri doya doya gezmemiz için yeterli oldu. Müze gezmek isteyenler ayrıca Arkeoloji Müzesi, Bizans Eserleri Müzesi ve Makedonya Mücadelesi Müzesi en popüler olanları.