Arabayla İstanbul’dan Polonya’ya – Bölüm 1: Belgrad, Sırbistan
27/01/2018Arabayla İstanbul’dan Polonya’ya – Bölüm 3: Auschwitz
28/02/2018Ohrid
Struga’dan çıkıp, geçirdiğimiz harika bir günün sonunda iki gün kalacağımız Ohrid’e akşam kızıllığında ulaştık. Ben booking.com’dan otel rezervasyonumuzu yaptırdığımda eski şehre oldukça uzak bir otel ayarlamışım. Taksi şoförü Caric bize bu konuda çok yardımcı oldu. Birkaç yere telefon ederek, otel sahibinin eski şehirde tam da göle yakın bir yerde bulunan diğer otelinden bir oda ayarlayarak rezervasyonumuzu değiştirtti ve bize gerçekten de büyük iyilik yapmış oldu. Çünkü merkezdeki otel her yere yürüyüş mesafesindeydi. Diğer otelde kalsaydık, taksi kullanmak zorunda kalacaktık.
Caric’den ayrıldıktan sonra otelimize yerleştik. Otelde tek kalan bizdik, sezon dışı olduğu için etraf sakindi. Yazın iğne atsan yere düşmüyormuş. Turistik bir yer olduğu için tüm dükkanlar, restoranlar açıktı. Ohrid, kışın özellikle tam kafa dinlemelik bir yer. Bir de şansımıza hava güzeldi, gölün huzur veren sessizliğinde gün batımında sahilde içtiğim kahvenin tadını unutamıyorum.
Ohrid’e vardığımızda akşam olmak üzereydi. Gün batımını izleyip, önce bir şeyler yedik ve çarşıyı dolaşmakla başladık ve asıl keşfi ertesi güne bıraktık. 1979 yılında Unesco Koruma Listesi’ne alınmış Ohrid eski şehir bölgesi. Bu yüzden oldukça bakımlı bir şehirdi.
Kliment Caddesi’nin sonunda Türk Çarşısı’na varılıyor. Sağda Zeynel Abidin Camii var. Çarşı bizim İstanbul’daki Mahmutpaşa gibi. Bu Mahmutpaşa Çarşısı’na benzer çarşılar zaten Makedonya’nın her şehrinde var.
Ohrid’de bir zamanlar 365 tane kilise olduğu söyleniyor. Günümüze 40 tanesi kalmış. Bu kiliselerden en çok ziyaret edileni Sveti Jovan Kaneo. Ohrid Gölü’nün en güzel manzarasını sunuyor size. St.Neum kilisesi ise Ohrid’e 30 km uzaklıkta. Taksi ile ya da yazın tekne ile gidilebilir.
Ohrid’deki ikinci günümüzde sabah erkenden kahvaltımızı yaptıktan sonra ilk olarak şehri tepeden görmek için yürüyerek Samuel Kalesi’ne çıktık. Kaleye çıkarken oldukça yokuş tırmanılıyor. Bu yüzden yorucu ama hava sıcak olmadığı için sorun olmadı bizim için. Ohrid bize hem eski şehir kısmındaki cumbalı, korunmuş evleri ile hem de Unesco Koruma Listesinde olması sebebiyle Bulgaristan’ın Nessebar şehrini anımsattı.
Kaleye çıkarken karşımıza, günümüzde hala çeşitli organizasyonlar için kullanılan tarihi M.Ö. 3. yüzyıla dayanan Antik Tiyatro çıktı. Tiyatroya baktıktan bir süre sonra, sincapların cirit attığı ağaçların olduğu ormanlık alanın yanından kaleye vardık biraz da nefes nefese. Bu arada kaleye varmadan yine büyük bir arkeoloji kazı alanı ve görkemli bir kilise olan Plaoşnik Kilisesi’ni gördük.
Makedon Devleti’nin kurucusu olan Çar Samuel Kalesi’nden manzara bir harika. Tarih boyunca defalarca yıkılmış ve genişletilerek tekrar inşa edilmiş.
Kaleden aşağı doğru inerken cumbalı evlerin arasından, dar sokaklardan, taş merdivenlerden, kiliselerin bahçelerinden geçtik. Baharda buraların çiçeklerle rengarenkken nasıl da güzel olacağını hayal ettim.
Ara sokaklardan sahile inince, bir sürü kayığın karaya çekilmiş olduğunu gördük. Yazın tekne turları, sandal kiralama, yamaç paraşütü gibi aktiviteler var. Sahil boyunca uzun bir yürüyüş yaparak merkezden çok uzakta şezlong ve şemsiyelerin olduğu halk plajları var. Makedonya’nın denize kıyısı yok ama Ohri zaten deniz gibi !
Ohrid’in incisi meşhur. Ohri incisi, adını aldığı gölden çıkartılan midye kabuğunda bulunan, beyaz ve sert maddenin işlenerek sedef haline getirilmesiyle elde ediliyor. Yine gölde bulunan ve “Paşita” adıyla bilinen balığın pullarının işlemden geçirilmesiyle elde edilen sıvının, sedefin üzerine uygulanmasıyla parlak bir hal alıyor.
Geleneksel Makedon sivil mimarisinin günümüze kalan örneklerinden olan Robevi Ailesi’nin konağı Ohrid sokaklarının en güzeli. 1863 – 1864 yılları arasında yapılan ve iki parçadan oluşan konağın sol tarafında Konstantin Robevi, sağ tarafında ise erkek kardeşi Atanas Robevi otururmuş. Bu iki aile 1900’lü yıllara kadar burada yaşamış, sonrasında da Manastır’a göç etmişler. Bu konağı da yazlık ev olarak kullanmaya başlamışlar.
Balkan Savaşları sırasında Sırp askerlerin mekanı olan konak, o dönemde askerlerce yağmalanmış ve bir hayli zarara uğramış. 2. Dünya Savaşı sonrasında koruma altına alınarak Ulusal Müze haline getirilen konakta arkeolojik buluntular ve Robevi Ailesi’nin eşyaları sergileniyor.
Ohri Gölü’de bir sürü ördek, karabatak, martı ve iki tane de kuğu vardı. Kuğular o kadar zarif ki. Zaten bir şehri tabloya dönüştürmek için içine iki tane kuğu yeter.
Ohrid’e ister kışın ister yazın gidin bence her seferinde inanılmaz tat alınacak bir yer. Biz bu Balkanları kışın keşfetme işini çok sevdik. Yazın kalabalığından uzak olunca şehir bizimmiş gibi hissediyoruz :) Ama eninim ki yazın cıvıl cıvıl hali de başka güzeldir. Ohrid, Ohri Gölü’nün içinde yetiştirilen incileri gibi gerçekten de bir inci tanesi gibi zarif ve güzel. Unutulmaz anılarla Ohrid’deki iki günün sonunda Bitola’ya yani Manastır’a gitmek üzere erkenden otogarın yolunu tuttuk.