Balkanlar ve Dalmaçya Kıyıları Gezisi – Bölüm 2: Zadar
14/04/2024Masalsı bir tatil: Alsace Gezisi
09/08/2024İç Anadolu ve Orta Karadeniz Bölgesi’nden seçtiğimiz gezilip görülesi şehirler ve tarihi mekanları içeren gezi yazımız geldi 😊
Kadim Anadolu’nun tarihi, kültürü ve doğal güzellikleri bakımından etkileyici kendine özgü şehirlerinden biri olan Sivas’a, hem yeni yerler görmek, hem Ata topraklarına ayak basmak, hem de Atatürk’ün iz bıraktığı şehirlerden birinde daha bulunmak için birkaç günlük tatili fırsat bilerek gittik. Gastronomi turizminin de öne çıkması ve sevimli Kangal köpeklerini de tam yerinde görmek, Sivas’a gitmek için fazladan iki sebep oluşturdu bizim için.
Türkiye öyle muazzam bir ülke ki, kimi Avrupa ülkelerini 5 saatte boydan boya geçebilirken, bizim ülkemizde bazı il sınırlarını bile ancak 2 ya da 3 saatte geçiyor olmak insanı ülkenin büyüklüğü konusunda hayrete düşürüyor. Ayrıca şehirler arası mesafeleri katederken, benzersiz coğrafi ve kültürel miraslar karşısında iyi ki benim memleketim demekten alıkoyamıyor insan kendini.
Bu kadar övgüden sonra gelelim gezimizin nasıl geçtiğini anlatmaya 😊
Sivas
Şehri keşfetmeye başladığımız andan itibaren Sivas’ta ilk dikkatimizi çeken şey, tarihi kent meydanının çok bakımlı olması ve hemen hemen tüm tarihi binaların yürüyüş mesafesinde olmasıydı. Tarihi Kent Meydanı; Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi eserlerini bir arada barındırıyor. Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi, Kale Cami gibi birçok tarihi değer Kent Meydanında yer almakta.
Tarihi kent meydanında bulunan ve Sivas’ta ilk gezmek istediğimiz yer olan Sivas Kongre Binası’nın kapısına geldiğimizde, günlerden Pazartesi olduğunu hatırladık. Türkiye’de hemen hemen tüm müzeler Pazartesi günleri temizlik günü olduğu için kapalı, planlama yaparken bunu dikkate almanızı öneririm Ayrıca bayramda ve arife günü belli saatlerde açık olan Kongre Müzesi’ni (ve bir çok diğer müzeyi ), Sivas’ta bulunduğumuz süre içerisinde gezmeden dönmediğimiz için kendimi şanslı saydım.
Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye’nin bir süre karargâh olarak kullandıkları ve o tarihlerde Sultani (lise) olan bina; Sivas Kongresi’nin 4-12 Eylül tarihleri arasında burada toplanması ile tarihsel bir kimlik kazanmış ve 1981 yılına kadar okul olarak kullanılan bina onarımı, teşhir ve tanzimi gerçekleştirildikten sonra 1990 yılında müze olarak ziyarete açılmış.
Müzede kongre öncesindeki olayların, Mustafa Kemal Atatürk’ün kongre hazırlığı ile ilgili tamimlerinin ve bildirilerinin sergilendiği salon; o zamanki muhaberenin temelini oluşturan telgraf odası, Sivas Kongresi ile ilgili tutanakların yer aldığı salon; merkezi Sivas’ta kurulmuş olan Anadolu Kadınları Müdafa-i Vatan Cemiyeti’ne ait bildiriler ve haberleri içeren belgeler ile İrade-i Milliye Gazetesi’nin basıldığı matbaa makinası ve bu gazeteye ait nüshaların sergilendiği salonlar bulunmakta.
Müzede ayrıca Sivas Kongresi sırasında ve sonrasında Sivas’ta alınan tüm kararlara ait belgeler; Cumhurbaşkanlığı Köşkü Atatürk Özel Arşivi, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih Komisyonu ve Ateşe Özel Arşivi, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı arşivlerindeki belgelerin örnekleri müzede sergilenmekte.
Kongre binasından çıkıp yolun karşısına geçtiğimizde Selçuklu mimarisinin en görkemli eserlerinden biri olan Çifte Minareli Medrese karşılıyor sizi. Anadolu’da çok fazla Osmanlı eseri bulunmuyor. Sebebi, Osmanlı eserlerinin genellikle İstanbul ve Osmanlı imparatorluğuna başkentlik etmiş olan şehirlerde yoğunlaşmış olması. Bu yüzden Sivas bir Selçuklu kenti. Selçuklu mimarisinin bir dantel gibi işlenmiş taşlarla bezeli yapıları oldukça göz dolduruyor. Zaten Divriği Ulu Cami Sivas’ta bulunan ve UNESCO dünya mirasında olan görkemli Selçuklu eseri.
Anadolu Selçuklu dönemi Sivas şehrinde kurulmuş olduğu bilinen 13 medreseden bugün sadece üç tanesi ayakta: Gökmedrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese (Gökdoğan, 2005). Bu dönemde I. İzzettin Keykavus ‘Darüşşifa’ adında bir şifahane de yaptırmış.
Çifte Minerali Medrese, Anadolu’da yapılmış en abidevi medreselerden biri olup, medresenin Dârü’l-hadis adıyla da bilindiği yazıyor. Taç kapının üzerindeki tuğla minareler çini bezemelidir. Bitkisel ve geometrik motiflerle süslü taşkapı ile yanlarındaki nişler yapıya hareketli bir görüntü kazandırmıştır. Köşelerde yivli yarım kuleler var.
Çifte Minareli Medrese’nin dantel gibi işlenmiş taş işçiliği ve turkuaz renkli mozaikleri insanı kendine hayran bırakıyor. Yine benzer şekilde işlemelere sahip olan Gök Medrese de adını zamanla turkuaz renkli işlemeleri sebebiyle zamanla Gök Medrese adını almış.
Gök Medrese tarihi kent meydanına biraz yürüme mesafesinde bulunuyor.
Çok beğendiğim ve içinde çay ve kahve içmekten keyif aldığım iki medrese ise Şifaiye Medresesi ve Buruciye Medresesi.
Şifaiye Medresesi, Selçuklu Dönemi’nde hastaların tedavi edildiği ve aynı zamanda tıp tahsilinin de yapıldığı en önemli medreselerden biri. Günümüze ulaşabilen bölümü, Anadolu’nun en büyük şifahanesidir. 1220’de I. İzzetttin Keykâvus’un buraya gömülmesiyle birlikte güney eyvanı türbeye dönüştürülmüş. Duvar mozaikleri muhteşem.
Eğer Sivas’a gelip hediyelik eşya dükkanlarına ya da tezgahlarına bakmak isterseniz Şifaiye Medresesi’nin içinde bir dolaşın derim. Çünkü hem görsel anlamda rengarenk hem de herkesin zevkine uygun Sivas’a özgü bir şeyler bulabileceğiniz kesin. Ben çok sevdim.
Buruciye Medresesi, sağlam kalmış muhteşem taç kapısıyla Sivas’ın ve Anadolu’nun en ünlü yapıları arasındadır. 1271 yılında Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde yapılan medrese Hamedan (İran) yakınlarındaki Burucerd’den gelme Muzaffer Burucerdî tarafından fizik, kimya, astronomi öğretimi yapılmak amacıyla yaptırılmış. Mimarı belli olmayan yapı, Anadolu’da simetrisi en düzgün medrese planına sahip. Açık avlulu medrese, kesme taştan örülmüş, dört eyvanlı ve iki katlı. Buruciye Medresesi, dışa taşkın taç kapısının yanlarındaki mukarnaslı iki penceresi ve köşelerdeki yivli kuleleriyle, uyumlu öğelerden oluşan çok düzenli bir görünüm taşımakta.
Tarihi kent meydanından ayrıldıktan sonra, yine Selçuklu İmparatorluğu döneminden kalma ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze denk gelmiş, ancak ölmeye yüz tutmuş mesleklerin tanıtıldığı Zanaatkarlar Çarşısı ve Müzesi’ne gittik. Ahilik teşkilatında Sivas’ın da en önemli merkezlerinden biri olduğunu öğrendik bu gezimizde.
Kısaca Ahilik: Ahilik, Mertlik, yiğitlik, dürüstlük, cömertlik anlamına gelmektedir. Ahilik yiğitlik, dürüstlük, doğruluk temelinde inşa edilmiş ve yüzyıllardır var olan bir teşkilattır.
13. yüzyılda Ahi Evran tarafından kurulan ahilik teşkilatı, Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiştir. Ahilik, Anadolu da geliştirilip biçimlendirilen, Türk kültürünü iş hayatına yansıtan, esnaf ve sanatkarların yetişmesinde yer almıştır. “Gözü, Gönlü ve Kalbi Tok Olmak” düşüncesiyle, “Kendin Muhtaçken Bile Başkasına Verecek Kadar Cömert Ol”’ ilkesinin kurumsallaşmış bir meslek teşkilatıdır. Ahilik ekonomik faaliyette bulunan dayanışmayı, işbirliğini, iyi işler yapmayı, iş ahlakına sahip çıkmayı ön planda tutarak toplumsal dayanışma ve verimliliği en üst düzeye çıkarmak için çaba gösteren bir esnaf kuruluşudur.
Zanaatkarlar Müzesi ahilik teşkilatını günümüzde tanıtan oldukça güzel tasarlanmış bir müze. Mesleklerin oda oda tanıtıldığı, balmumu heykeller ile o dönemin canlandırıldığı bölmelerden oluşuyor.
Günümüzde sadece Saraç ustası ve Bıçak ustası kalmış. Bıçakçılık birkaç kuşaktır devam ediyor. Bizim de bıçağı yaparken izlediğimiz ve bıçaklarından satın aldığımız usta, kendinden sonra oğlunun da bu mesleği devam ettireceğini söyledi. Ancak Saraç ustası Celalaettin Karagöz “At kalmayınca bu işe rağbet kalmadı ve ustalık bitti. Artık çırak da yetişmiyor. Bizlerden sonra da bu meslek ölmüş durumda. Şu anda burada at arabası ve faytonlara at koşumu, eğer, hamut ve benzeri ürünler yapıyorum” şeklinde konuştu. Uzun bir süre Büyükada’da yaşadım, sağlık sorunlarım sebebiyle Sivas’a geri döndüm ve ölene kadar mesleğimi sürdüreceğim benden sonra bu meslek yok olacak“ dedi. Şu ara revaçta olan tüm Osmanlı ya da diğer tarihi dizilerde Celalettin Usta’nın at koşumları kullanılıyormuş. Usta ile sohbet ettikten ve müzeyi gezdikten sonra oradan ayrıldık.
Sivas şehir merkezinde ve civarında Roma, Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinden izler taşıyan taş köprüler var. Bunların ikisini yani Kesik Köprü ve Boğaz Köprüsünü şehre gelmeden birkaç kilometre önce yolda seyir halindeyken gördük, ancak Eğri Köprü tam şehrin ortasında ve Kızılırmak’ın üzerinde yer alıyor. Köprü üzerinden yürüyüp Kızılırmak manzarasını izleyebilirsiniz.
Sivas’a gelmeden önce mutlaka Kangal köpeği üretme çiftliklerinden birine gidip Kangal köpeklerini sevmeyi de aklımıza koymuştuk. Merkezde ve civarda birkaç üretim ve koruma çiftliği bulunuyor. Biz açıkçası bulunduğumuz konuma en yakın olanı tercih ederek rastgele bir çiftliğe gittik.
Burada yetiştirilen ve bakılan köpekleri ve yavruları görüp, onları doya doya sevdik. Oldukça iri ve kalın patilere sahip olan bu güzeller, insana karşı çok sadık ve centilmen. Gözlerinden ne kadar sevecen oldukları anlaşılıyor. Onların derdi kurtlarla. Sürülerini canları pahasına koruma özelliği var. Mevsimsel tüy değiştirme özellikleri sayesinde de -40 derece soğuğa ve 17 saat açlığa dayanabiliyorlarmış. Böylece, tarih boyunca her alanda, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yeniçeri ocağında ve savaşlarda bile kullanılmış. Anadolu Aslanı 😊
O pofuduk kafalarını ve mavi bebek gözlerini, tombiş patilerini hiç unutmayacağım 😊
Sivas’ın en meşhur yemekleri arasında kesme aşı, babiko, madımak, etli ekmek, içli köfte, peskütan çorbası, pezik, sübüra, sirok, Sivas katmeri, hıngel, Sivas ketesi ve Divriği pilavını sayabiliriz.
Tarihiyle, kültürüyle, yöresel yemekleriyle Sivas gerçekten de kendine has bir ruh taşıyan, özel bir şehir. Şehir merkezindeki restoranların hepsi birbiri ile yarışır. Hem çok temiz, hem çok leziz, hem de çok bol kepçe 😊
Tarihi Camiler de var tabi. Meydan Camii (1564), Aliağa Camii(1589) ve Alibaba Camii(16.Yüzyıl). En önemlisi Ulu Cami. Minaresi Piza Kulesi gibi yamuk. Selçuklu Devleti döneminde 2. Kılıçarslan’ın oğlu Kudbeddin Melih Şah tarafından 1196 ile 1197 yılları arasında yaptırılan Ulu Cami’nin zaman içerisinde eğiminde değişiklikler görülen, yerden 35 metre yüksekliğindeki minarenin, ustalar tarafından bilerek eğik yapıldığı ortaya çıkmış.
Sivas’ta tarihi, turistik ve gastronomik turumuzu bitirince Amasya’ya doğru yola koyulduk, bir gece de Amasya’da kalıp çok merak ettiğim bu güzel şehri de gezmiş olduk.