Atlanta: Martin Luther King, CNN ve Coca-Cola
12/11/2015Philadelphia: Bağımsızlık, aşk, sanat ve tarihin şehri
24/01/2016Amerika Gezim – Bölüm 6 – New Orleans
Dilek Hamutçu Baykal yazdı…
Otobüsüm sabah 08:00’de New Orleans’daydı. Terminalden otelimin olduğu French Quarter’a giden bir otobüse bindim. Şehrin kalbinin bu bölgede attığını öğrenmiştim ama sabahın o saatinde durum aşağıdaki resimdeki gibiydi.
Otel seçiminde 3 yıldızlı ya da bed and breakfast tercih ettim, tek istediğim şehir merkezinde ve temiz olmasıydı, çok şanslıydım bu konuda. Küçücük hiçbir lüksü olmayan odalarda kaldım ama hepsi tam istediğim gibiydi. New Orleans’daki otelim de French Quarter’ın en güzel yerinde Royal Street’deydi.
Burası otelin avlusu, kahvaltı yapmak için ideal :)
French Quarter, şehrin en renkli ve görülmeye değer 300 yıllık tarihi olan bölgesi. 1920’den bu yana bu tarihi binalar koruma altında, hiçbir şekilde yıkılamıyor, yenilenemiyor.
Dar sokaklar, birbirine benzeyen ve birbirinden güzel, şık rengarenk evler, ünlü restoranlar, küçük dükkanlar, arkadaş canlısı ilginç insanlar, ve caz müziği. Bir insanı ne daha mutlu edebilir ki…
New Orleans, Louisiana eyaletinin en büyük şehri. French Quarter’daki binaların çoğunluğu 18. yüzyılda şehir İspanyolların idaresi altındayken ya da 19. yüzyılın başında ABD’nin bir parçası olduğunda yapılmış.
French Quarter, 2005 de şehri yerle bir eden Katrina Kasırgası’nda neyse ki fazla zarar görmemiş. Ancak 1788 ve 1794 yıllarındaki büyük yangınlardan çok etkilenmiş ve binalar yenilenirken farklı renklere boyanmış, çatılar düzleştirilmiş, süslü, demirden yapılmış balkonlar eklenmiş, ahşap panjurlar yasaklanmış.
New Orleans, Meksika Körfezi ile Pontchartrain Gölü arasında yer alan dünyanın en hareketli liman şehirlerinden biri olarak kabul edilir. Körfez, şehri bir hilal gibi böldüğü için ‘Cresent City’ olarak da biliniyor. Diğer takma adı da NOLA (New Orleans + Louisiana)
Tramvaylar, New Orleans’ın bir parçası. New Orleans ünlü Amerikalı yazar Tennessee Williams’ın yaşadığı ve kitaplarını yazarken ilham aldığı şehir. Bunlardan biri de ‘A Streetcar Named Desire’ (Arzu Tramvayı) adlı oyunu.
Tramvaylı kartpostallar şahane…
New Orleans, ABD’nin en çok ziyaret edilen 10 şehrinden biri ama aynı zamanda en kirlilerindenmiş. İlk geldiğimde ıslak sokakları gördüğümde yağmur yağdığını zannetmiştim meğerse her sabah yıkıyorlarmış.
Burası Canal Street!
Cadde adını buraya yapılması planlanan Mississipi Nehri’ni Pontchartrain Gölü’ne bağlantı sağlayacak kanaldan almış ancak bu proje gerçekleşmemiş. Şu anda da araç ve yayaların kullandığı ana caddelerden biri.
Sokak ressamlarına sıklıkla rastlayabilirsiniz, bu tablolar vergisiz olduğu için galerilerden daha ucuzmuş.
French Quarter’da tur yapmak için başka bir yol. Ama ben yürüyün derim.
Binaların altında çok şık butikler, galeriler ve antikacılar var, alışveriş için çok pahalı ama bakmak inanılmaz zevkli.
Temmuz ayında hem çok sıcak hem de çok nemliydi, ondan mı yoksa hızlı gece hayatından sonra uyanma zorluğundan mı bilmem, sokaklar boştu.
New Orleans, ABD’nin suç oranı en yüksek şehirlerinden biriymiş. İşsizlik oranı da %50 civarındaymış.
Şehrin sürprizlerinden biri.
French Quarter’ın bir çok yerinde rastlayacağınız dinlemeye doyum olmayan mini caz konserlerinden biri. Caz kelimesinin sözlük anlamı: enerjk, coşkulu, dinamik…
Alışveriş de yapayım diyenlerdenseniz, seçeneğiniz çok. İster bu bölgedeki küçük butiklerden isterseniz şehrin içindeki ünlü butik zincirlerinden.
New Orleans’da siyah nüfusu %60 civarıyla ABD ortalamasının çok üstünde. ‘Mississipi Burning’ (Mississipi Yanıyor) filmini seyrettiniz mi bilmiyorum ama film aslında New Orleans’ın tarihte köle olarak çok ağır şartlarda çalışıp kenti yaratan zencilerin yakılmalarına kadar giden geçmişini anlatıyor.
Pontalba Apartments, 1840’larda Baroness Michaela Almonaster Pontalba tarafından yaptırılmış bir bina. Alt katta ofisler ve dükkanlar var, üstünde de daireler. Buranın Amerika’nın en eski daireleri olduğu söyleniyor.
Cafe du Monde , 1860 yılında açılmış 24 saat açık çok ünlü bir kafe. Café au lait (sütlü kahve) ve beignet tatlısı (üzeri pudra şekerli bizim şerbetsiz lokmaya benziyor) ile ünlü. Bu arada kahvenin içinde hindiba varmış.
Kafede oturmak için sırada beklemek istemediğim için satın alıp parkta yedim, hem de canlı müzik dinleyerek.
Çeşitli beignet karışımları satılıyordu meraklıları için ama ben İzmir lokmasını hiç bir şeye değişmem…
1 Comment
herşeyiyle kendine aşık edebilecek bir şehirdir kendisi. insanları, barları ,cafeleri, herşeyiyle on numara bir şehirdir.