Selanik: Bir ulusun geleceğinin doğduğu yer…
03/05/2014Avrupa’nın en batı ucuna yolculuk…
18/05/2014Görkemli bir anıt-kapı ile Praça do Comercio’ya giriyoruz.
Birkaç gün sonra Salazar’ı deviren “Karanfil Devrimi” nin 40. Yılı kutlanacak, bu meydanda da hazırlıklar yapılıyor. Tejo Nehri’nin oluşturduğu muazzam haliç ağzına kurulu Lizbon’da okyanusu görmek için 20-25 km. uzaklaşmamız gerekiyor. Şu anda Tejo halicindeyiz, solumuzda yeni yapılan Vasco da Gama Köprüsü, üzerinden de transit karayolu geçiyor. Sağımızda ise halicin okyanus ağzına kurulu, bizim birinci Köprünün fotokopisi, 25 Nisan, eski Salazar Köprüsü… Bizim köprüde ayaklar karaya oturtulmuş, 25 Nisan Köprüsü’nde ise ayaklar denizin içinde.
Meydan neşeli, turistler, çalgıcılar, oyuncular, dolandırıcılar, hepsi burada. Son anda Portekizli rehberimiz Carla’dan edindiğim bir şehir planı ile tavsiye edilen lokantaya yollanıyoruz. Bu bölge de turistik lokantalardan kaçış yok, yine de “beyaz örtülü”lerden uzak durmamız gerektiğini bilecek deneyimdeyiz. İngilizce bilgisi bizim milletten de az olan Lizbon’lularla iletişim benim İtalyanca sayesinde sorunsuz hallediliyor. Onlar Portekizce konuşuyor, ben İtalyanca, anlaşıp gidiyoruz. Okuması çok zor ama taklidi kolay bazı isimleri önceden öğrenip, ezberliyorum. Sahile dik Rua Correeiros’da aranan lokanta “Joao do Grao” bulunuyor. Sardalyalar, bir ufak şişe Vinho Verde eşliğinde mideye iniyor, iki kişi 38 Euro ödeniyor. Turistik bölgede bundan ucuz olmazdı diyoruz. Vinho Verde=Yeşil şarap bize biraz gazlı geliyor, yemek öncesi veya sonrası içmek daha iyi olur gibi.
Rossio Meydanı insan kaynıyor. Bu gece Lizbon’un Benfica takımının şampiyonluk finali var, kazanırsa alıyor kupayı. Meydanlara dev ekranlar kurulmuş, taraftarlar kırmızı formaları giymiş, maç saatini bekliyor. Ne demişti ünlü diktatör Salazar, “Ben bu ülkeyi 3 F ile yönettim, Fado, Fiesta, Futbol”… Aynı şey İspanya’nın Franco’su için de geçerli değil miydi?
Otobüs otelin önüne geldiğinde, biten pilleri yeniden şarj edip, çevreyi tanımalıyız. Yarım saat sonra odaya yerleşip, yeniden sokaklara çıktığımızda Benfica 33. Lig şampiyonluğunu ilan etmişti bile. Otelimizin bulunduğu semt, EXPO Park denilen çok modern bir yerleşim. Sahildeki büyük parklarda sergi binaları, kafeler, birkaç lokanta ve dev Vasco da Gama Kulesi yer alıyor. Bu kule Dubai’deki Burc el Arab’ın küçük bir taklidi ve burada da bir otel yer alıyor. Daha ilerde Oceanarium ve alışveriş merkezi de var. Hava güzel, etraf neşeli, taraftarlar kafelerde, barlarda samba yapıyor, kupayı kutluyorlar. Dışardan olsa da Brezilya ritmlerine kapılmak bize iyi geliyor bu saatte.
Halka bakıyorum, gençleri süzüyorum, nasıl bir ırk ve kültürle karşı karşıyayız? Hindistan’dan, Goa kıyılarından gelenler sarı-esmer ilginç bir renk getirmişler, Uzak Doğu’dan Macao’nun çekik gözlüleri, Güney Amerika’nın Amazon ormanlarından gelen Brezilya yerlileri ve 1960’lara kadar sömürdükleri Angola’dan gelenlerle “ortaya bir karışık” demekten başka bir seçenek yok. “Melezler güzel olur” öngörüşü burada iflas etmiştir bana göre. Yüzyıllarca sömürdüğü kolonilerden “Anavatan”a göçü durduramayan Portekiz, başkentteki Alfama Mahallesi’ni Güney Amerika’dan gelenlere ayırıyor geçen yüzyılda. Altın, gümüş, kıymetli kereste, yakut, zümrütle birlikte köleler de geliyor başkente. Osmanlı’daki gibi “devşirme” politikası yok, alıyor, sömürüyor, kullanıyor ve atıyor. Osmanlı ise egemenliği altındaki ülkelerden sadece sefer ganimeti topluyor, vergi alıyor ama yetişmiş insan gücünü hiç unutmuyor, devletin zirvesine oturtuyor uzak köylerden gelen akıllı delikanlıları, güzel kızları… İster istemez böyle bir karşılaştırmaya giriyor insan bu sömürgesi çok, minik ülkeyi görünce.