Çocuklarla Avusturya: Yaz ortasında kayak tatili ve çevre gezisi

Arabayla İstanbul’dan Polonya’ya – Bölüm 4: Varşova
22/07/2018
Boğaza nazır bir park: Emirgan Korusu
11/08/2018
Arabayla İstanbul’dan Polonya’ya – Bölüm 4: Varşova
22/07/2018
Boğaza nazır bir park: Emirgan Korusu
11/08/2018

Zell am See

757 metre yükseklikteki Zell am See, Salzburger Land Bölgesindeki  önemli kayak merkezlerinden birisi olmasının yanında Saalbach, Saalfelden, Badhofgastein ve Kaprun gibi civardaki kayak merkezleri arasında da kasaba olarak en kapsamlı olanı; bir başka deyişle, şehir hayatından kolay kolay vazgeçemeyen benim gibiler için bir anda bulunmuş bir cennet.

See, Almanca’da göl anlamına geliyor. Bu şirin kasaba da pırıl pırıl bir suyu olan bu gölün kıyısına kurulmuş. Kasabanın tam merkezinde, gölün kenarında Bahnhof (tren istasyonu) var. Trenin yanı sıra yakınlardaki kasabalardan otobüs veya taksiyle de  Zell am See’ye ulaşabilirsiniz. Kaprun ile Zell am See arası yaklaşık 7,4km. Kaprun’dan Zell am See Bahnhof durağına otobüsle 20 dakika gibi kısa bir sürede 3,50 Euro karşılığında gitmek mümkün. Aynı mesafe taksiyle 20 Euro. Avusturya’da ulaşım birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi oldukça pahalı. Ya da TL Euro karşısında çok fazla değer kaybettiği için bizim paramıza çevrildiğinde fiyatlar pahalı kalıyor. Az önce bahsettiğim gibi Kaprun Zell am See arası İstanbul’da Erenköy Kadıköy arası gibi bir mesafe ve İstanbul’da dolmuşla bu yolculuk yine 20 dakika, fiyatı 3,75TL, taksiyle ise 20Tl. Görüldüğü gibi rakamlar aslında neredeyse aynı ama birimler farklı. Euro için de en basit haliyle rakamı 2017 Haziran kuru olan 4’le çarptığınızda cebiniz biraz yanıyor tabii.

Zell am See, Kaprun’a oldukça yakın olduğundan ve içinde hem doğa hem gelişmiş bir kasaba özellikleri bulundurduğundan bizler bu güzel yeri birden fazla kez ziyaret ettik. Ben de bu gezileri toparlayıp sizlere ilk önce kasabanın merkezini sonra da güzelim gölünün çevresinde yaptığımız gezintiyi anlatacağım.

İster trenle, ister otobüsle, ister taksiyle gidin Zell am See’de Bahnhof, geziye başlangıç için iyi bir noktadır. Bahnhof’tan gölü sağınıza alıp Bahnhofstrasse üzerinde Stadtplatz (kent meydanı) yönünde ilerlerseniz kendinizi kasabanın merkezinde irili ufaklı mağazalar ve cafelerle çevrilmiş olarak bulacaksınız. Burada nispeten büyük veya butik mağazalar, ayakkabıcılar, yerel Avusturya kıyafetlerinin ve yiyeceklerin satıldığı dükkanlar, spor ve kayak tutkunları için malzeme ve kıyafetleri bulabileceğiniz Intersport, Bogner gibi dünyaca ünlü markalar kasabanın merkezine serpiştirilmiş durumda. Alışverişi pek sevmem ama ufak tefek hediyelikler de almadan dönmek istemem diyenlerdenseniz güzel bir çeşmenin (Stadtbrunnen) bulunduğu Stadtplatz meydanında çok katlı bir hediyelik eşya mağazası var. Fiyatlar Euro bazında yine pahalı ama içeride her zevke hitap edebilecek çeşitlilikte hediyelikler var. Avusturya çok yeşil ve ağaç yönünden zengin bir ülke olduğu için ahşap oymacılığı ve ahşaptan yapılmış hediyelikler oldukça popüler. Ahşaptan kapı süsleri, mutfak malzemeleri, bastonlar, oyuncaklar ve üzerine istediğiniz yazıyı yazdırabileceğiniz ahşap plakalar en sık rastlanan hediyelikler. Ben şahsen bastonlara bayıldım. Allah muhtaç etmesin diyelim ama mağazanın girişinde bir şemsiyeliğin içine konulmuş çeşit çeşit, pırıl pırıl cilalanmış veya ham halde sunulan, doğal görünümlü veya çeşitli şekillerde süslenmiş bastonların hepsini birden alıp aynı sunumu ben de evimin girişinde yapmak istedim ama bavula bastonları yerleştiremeyeceğimden duyduğum korkuyla bu işe kalkışmadım. Bunların yanında Avusturya’nın yetiştirdiği en önemli sanatçılar olan Mozart ve Gustav Klimt’in resmedildiği kalemden deftere, şemsiyeden çantaya çeşitli hediyelikler de var. Elişi örtüler, Amerikan servisler, runner ve peçetelikler de göz dolduruyor. Avusturya’da madencilik de önemli bir kaynak olduğu için yarı değerli renkli taşlara oldukça uygun fiyatlarla ulaşmak mümkün. Kasabalardaki küçük dükkanlarda çeşit çeşit renkli taşlarla tasarlanmış takıları bulabilirsiniz.

Burada bir parantez açıp şunu da anlatmak isterim. Avusturya dağ kasaba ve köylerini alışveriş açısından çok zengin bulmayabilirsiniz ama buralara bizim gibi kayak turizmi için gittiyseniz kayak, kayak ayakkabısı, kayak kıyafeti, vb. çeşitli malzemelerin kaliteli olanlarını uygun fiyatlara bulabilirsiniz. Diğer ülkelerde de olduğu gibi Avusturya’da da 70 veya 75 Euro’nun üzerindeki tüm alışverişlerinizden %10 ila %11 arasında bir miktarı VAT refund (vergi iadesi) olarak geri alabiliyorsunuz. Alışverişinizi yaptıktan sonra kasadaki görevli sizin için gerekli belgeyi hazırlıyor ve eğer vaktiniz varsa geri alacağınız parayı Zell am See’de küçük bir dükkandan nakit olarak alabiliyorsunuz. Bu esnada kredi kartınızdan bir slip alınıyor çünkü ülkeden ayrılırken size verilen zarfı havaalanında gümrük görevlilerine mühürletip daha sonra da oradaki posta kutusuna atmanız gerekiyor. Bu işlemi tamamlamazsanız size ödenilen nakit para daha sonra kredi kartınızdan çekiliyor. Havaalanındaki bu işlem sırasında görevliler aldıklarınızı, özellikle değeri yüksek olan bir ürün varsa, onu görmek isteyebiliyorlar. Ayrıca Salzburg Wolfgang Amadeus Mozart Havaalanında gümrük görevlileri işlem sırasında uçağa biniş kartınızı da istiyorlar. Bu nedenlerle de satın aldıklarınızı ayrı bir bavulda toparlamanızda fayda var. Check-in işlemini tamamladıktan sonra içinde satın aldığınız yeni eşyaların bulunduğu bavulunuzu (bunlar kayak, kayak ayakkabısı gibi taşıması zorluklu ve ağır malzemeler de olabilir) uçağa göndermeyip boarding kartınız ve mühürlenmesi gereken zarfınızla beraber gümrüğün yolunu tutuyorsunuz. İşlemi gerçekleştirdikten sonra mühürlü zarfı posta kutusuna atıp tekrar check-in sırasına girip bu sefer bavulunuzu veya malzemelerinizi teslim ediyorsunuz. Kısacası bayağı zahmetli bir iş. Elde edeceğiniz karla bavulunuzu birkaç kez indirip kaldırma sırasında kaybedeceğiniz enerjiyi doğru değerlendirmenizi tavsiye edeceğim. Şimdi az önce parantez açtığımız noktaya geri dönersek Zell am See’de bu vergi iadesi işlemini yapacağınız yer yarı değerli taşları takı, süs eşyası veya olduğu haliyle taş olarak satan küçücük ve şirin bir dükkan. Dolayısıyla alışverişlerinizden gelen vergi iadesini geri aldıktan sonra hemen oracıkta kendinize hoş bir hediye alabilirsiniz.

Stadtplatz, Zell am See kasabasının merkezi. Burası tam ortasında Stadtbrunnen (Kent Çeşmesi) olan ve kasabanın daracık sokaklarının buluştuğu bir nokta. Dolayısıyla burada bir fotoğraf molası vermek şart.

Bu meydanın bir yanında yüksek kulesiyle görkemli ama nedense bir o kadar da görünmez olan 11.yüzyılda Roma mimarisiyle inşa edilmiş ve içinde gotik unsurlar da bulunduran St. Hippolyt kilisesi bulunuyor. Kiliseye hemen yanındaki sokaktan giriliyor ve birçok kişi bu kilisenin yanından geçerken sadece başını yukarı kaldırıp uzun kulesine bakmakla yetinirken size içerisini de ziyaret etmenizi ve böyle bir inancınız varsa Zell am See’de de bir mum yakmanızı tavsiye ederim. Bunun dışında Marienkapelle (Marien Şapeli) ve Voglturm/Kastnerturm (Kasaba Kulesi) gezebileceğiniz tarihi ve kültürel yerlerdir. Voglturm kasabanın en eski binasıdır ve 1984’ten beri de içerisinde Zell am See Heritage Museum (Zell am See Kültür Müzesi)’ni barındırmaktadır.

Çeşmenin bulunduğu noktadan yüzünüzü Dreifaltigkeitsgasse’ye çevirirseniz hemen sağda sapsarı boyası ve Avusturya mimarisini yansıtan görünümüyle bir bina dikkatinizi çekecektir. Burası küçük bir otel ve altında da yine hoş bir kafe/restoran var. Gezimiz sırasında biz burada bir cappucino ve apfelstrudel molası verdik.

Apfelstrudel tipik bir Avusturya tatlısı. Bu elmalı tatlıyı üzerine sıcak vanilya sosu dökerek veya kremayla servis ediyorlar. Seçim size ait. Ben turtanın hamurunu da biraz yumuşattığından sıcak vanilya sosuyla seviyorum. Turtası tazeyse oldukça leziz bir tatlı.

Bu arada Avusturya dağ kasabalarında kafeler, restoranlar ve küçük dükkanlarda çalışanlar ağırlıklı olarak yerel kıyafetleriyle hizmet veriyorlar. Yani erkekler deri veya süetten yapılmış askılı şortlar, kadınlar ise karpuz kollu beyaz gömleklerinin üzerine askılı elbiseler giyiyorlar. Oldukça çocuksu görünen bu kıyafetler koca koca insanların üzerinde bana oldukça komik geldi ve turistik açıdan bunu yapmaya mecbur tutulduklarını düşünürken bizim Anadolu’daki köylerimizde de erkeklerimizin şalvarlarından kadınların da basmadan yapılmış şalvar pantolon veya eteklerinden vazgeçemediğini hatırlayınca yanlış düşüncelere saptığımı fark ederek kendime geldim. Bu kıyafetleri severseniz satın alabileceğiniz birçok mağaza da sokaklara serpiştirilmiş durumda.

Oteli geçip dümdüz yukarı devam ederseniz bu sokağın ana cadde olan Loferer Bundestrasse ile birleştiği yerde Rathaus (Belediye Binası)’nı göreceksiniz. Bu binanın hemen arkasında da kayakçıları pistlere ulaştıran gondollar var. Dolayısıyla Zell am See kışın kayak tatili için gelen ziyaretçilerini de hayal kırıklığına uğratmayacak bir rota çünkü kasabada kalıp gündüz kolaylıkla kayağa gidebilir ve kayak sonrasında da alışverişi, restoranları ve barlarıyla kasaba hayatını doyasıya yaşayabilirsiniz. Kent çeşmesinden Kirchengasse’ye ve hemen bitimindeki Seegasse’ye yönelince her iki sokakta da birçok küçük, büyük dükkan, restoran ve kafe göreceksiniz. Bu daracık sokaklarda keyifle dolaşabilir ve arada birşeyler de atıştırabilirsiniz. Seegasse’nin sonunda ise bir hemzemin tren yolu geçidi sizi bekliyor olacak. Tren gelirken düdüklerin çaldığı, hem araba hem yaya geçişi olan bu yolun inip kalkan bariyerlerle kapandığı ve şimdilerde daha çok eski filmlerde görebileceğiniz bu eski usul geçidi de gözlemleyebileceksiniz.

Bu nostaljik deneyimin hemen karşısında da sizi tüm ihtişamıyla Grand Hotel karşılayacak. Grand Hotel, Zell am See’nin en bilinen ve en dikkat çekici binalarından da biri.

Hava güzelse bahçesindeki kafede dinlenebilir, göldeki güzelim yelkenlileri izlerken ördekler ve kuşlarla arkadaşlık edebilirsiniz. Otelin içerideki restoranı da oldukça keyifli. Başka bir gün de burada beyaz örtülü masalarda, otel konforunda Avusturya’nın klasik lezzetlerini tadıp, nezih bir ortamda kendimizi köy hayatından bir süreliğine uzaklaştırmayı seçtik. Üstelik burada yemek yemenin bedeli dışarıda turistik restoran ve kafelerdeki yemek bedeline neredeyse denk. Dolayısıyla yolunuz buralardan geçiyorsa Grand Hotel’in restoranını ziyaret edip en azından menüsünü incelemenizi öneririm.

Zell am See, daracık sokakları ve caddesiyle, restoranları, kafeleri, butikleri ve yeşille mavinin içiçe geçtiği gölüyle şirin bir Avusturya kasabası. Yazın veya kışın yolunuzu bu kasabaya düşürmenizi tavsiye ederim.

Zell am See’ye bir kez daha 4 arkadaş Haziran ayının güneşli bir cumartesi sabahında çocukları buzula kaymaya gönderdikten sonra gitmeye karar verdik. Bu seferki gezimizin amacı Zell am See’deki Zeller See olarak adlandırılan 4km uzunluğunda ve 1,5 km genişliğindeki oldukça büyük olan bu gölü görmekti. Kendi adıma konuşmak gerekirse pek bir sporcu kimliğim olmadığından bu kadar büyük bir gölün çevresini ne yürüyerek ne de bisikletle dolaşmaya hevesliydim. Türkler olarak denize daha alışık olduğumuzdan gölde yüzmeye de pek sıcak bakmıyordum doğrusu. Yine de havanın güneşli olduğu bu cumartesi sabahını göl kenarında geçirme fikri rutin hayatımızın dışında birşey olduğu için oldukça cazip geldi ve yola koyulduk.

Bizim başlangıç noktamız Bahnhof otobüs durağı olduğundan önce yine Bahnhof Strasse üzerinde ilerleyip Seegasse’ye dönüp Grand Hotel’i karşımıza alıp göle yaklaşmaya çalıştık. Aslında Bahnhof durağında indikten sonra alt geçitten tren istasyonunu geçip göl turuna hemen oradan da başlamak mümkün. Zell am See’ye ilk gezimizde bu yolu kullanmıştık. Grand Hotel’i sağımıza alıp gölün kenarından Saalfelden yönünde yürümeye başladık. Bu yolda yürüyebilir, koşabilir veya bisikletle dolaşabilirsiniz. Biz gerek gölün gerekse bizi çevreleyen dağların yeşilliğine hayran kalarak yürüyüşümüze devam ettik. Gölün belirli kısımlarında yanında bulunan çimenlik alan daha genişliyor ve Avusturyalılar burada çimenlere yayılıp güneşleniyor, dinleniyor, bir şeyler atıştırıyor ve istedikleri zaman da göle girip serinliyorlar.

Biraz yürüdükten sonra yarı gölge yarı güneş bir ağaç altında biz de dinlenmeye karar verdik. Ayakkabılarımızı çıkarıp çimenlerin üzerine serildik ve bir süre daha doğanın keyfini çıkardıktan sonra ister istemez kendi yaşantımızla Avusturya’daki cumartesi sabahını karşılaştırmaya başladık.

Benim göllerle bir haşırneşirliğim olmadı hiç ama Sapanca Gölü ve Abant Gölü’nü düşündüğümde hep bulanık, yosunlu, nispeten karanlık ve bu nedenlerle de biraz daha korkutucu sular gelir aklıma. Zeller See ise çok berrak bir göl. Dibi taşlı denizler hep daha berrak ve suları daha serin olur ya Zeller See de bende aynı hissiyatı yarattı. Dayanamayıp ayaklarımı suya soktum ve beklediğimin tam tersine gölün suyunun oldukça ılık olduğunu hissettim. Ayağımın altındaki sivri taşları ve duru görüntüsüyle Zeller See beni ailemle çocukken gittiğimiz Kuşadası yakınındaki Milli Park’ı hatırlattı ve bu güzel anıyla da beni gülümsetti.

Avusturya’da özellikle doğayla başbaşayken ülkemizde çok fazla gürültüyle iç içe yaşadığımızı ve bu gürültüleri bastırmak için de zamanla farkında olmaksızın sesimizi yükselttiğimizi gördüm. Çocuklarımız ve biz hep birlikte ya da ayrı ayrı iken Avusturyalılarla karşılaştırıldığında çok gürültülüydük. Doğanın içerisindeyken bu gürültümüz daha da belirginleşiyordu ve en acıklısı ise biz kendi gürültümüzde farkında olmaksızın yoruluyor adeta boğuluyormuşuz. Göl kenarında otururken yanımızda iki tane küçük çocuğu olan aile vardı. Çocuklar gölde yüzdüler, oynadılar, koşuşturdular ama sesleri hiçbir zaman başkaları tarafından fark edilecek düzeye ulaşmadı. Biz hemen yanımızda olan çocuklu aileden hiç rahatsız olmadık ve bence onlar da kendi içlerinde yorulmadılar. Bu anlattığım size çok anlamlı gelmeyebilir ve abarttığımı ya da Avrupa hayranlığı yarattığım yorumlarını yapabilirsiniz ama gerçektende çok yüksek sesli konuşuyoruz, gülüyoruz ve yaşıyoruz. Bunun büyük bir nedeninin çevremizdeki inşaat, trafik, çeşitli şehir gürültülerini bastırma ihtiyacından kaynaklandığını düşünüyorum ama ben en azından bu durumun farkına vardığım için kendimi şanslı sayıyorum.

Benim görebildiğim kadarıyla Avusturya’nın bu kırsal kesiminde spor halk için yaşamın bir parçası. Küçük büyük herkes yaşına ve fiziksel becerilerine göre sporla haşır neşir. Bu bölge özellikle yaz döneminde trekking, hiking ve bisiklet parkurlarıyla dikkat çekiyor. İnsanlar bazen ellerinde yürüyüş çubukları bazense onlarsız sürekli hareket halindeler. Bir cumartesi sabahı havanın da iyi olmasından yararlanan Avusturyalılar çocukları, eşleri veya arkadaşlarıyla çoğunlukla bisikletle soluğu göl kenarında almışlar. Bizler haftasonu geldiğinde AVM’lere koştururken bir daha düşünmeliyiz gibime geliyor. Bu arada Avusturya’da hava koşullarının bizim ülkemizle karşılaştırılamayacak oranda olumsuz olduğunu da göz ardı etmemeliyiz. Sürekli soğuk, yağmur ve en az 3 ay yerden kalkmayan kara ek olarak, kış aylarında gölün donduğu ve sadece 750 metre yükseklikteki Zell am See’de ocak ayı ortalama sıcaklığının -15 derece olduğunu da aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu zor iklim koşullarına rağmen herkes sporcu. Bir başka ilginç gerçek de gözlemlediğim insanların çoğunun özellikle bacaklarında ameliyat yaralarının olmasıydı. Elbette başka sebepleri de olabilir ama ben bu kadar sıklıkla gözlemlediğim yaraların spor yaralanmalarına bağlı olabileceğini düşünmeden edemedim.

Kendimizi biraz daha Avusturyalı hissettiğimiz  kısa bir moladan sonra yürüyüşümüze ileri doğru devam ettik ve gölü dikine yürümeyi bitirip sağa doğru kıvrılınca bu sefer dikkatimizi gölün kendisinden biraz uzaklaştırıp kenarındaki bahçeli ve göl manzaralı tipik Avusturya evlerine verdik. Kaprun’da gördüğümüz kadarıyla Avusturyalılar muhtemelen ağır iklim koşulları nedeniyle veya evleri yenilemenin daha maliyetli olması sebepleriyle yeni evler inşa ediyorlar. Ama bu evleri eskilerinden ayırt etmek bir o kadar da zor çünkü tipik Avusturya mimarisinin dışına hiç çıkmıyorlar. Sivri çatılar, 2 veya 3 katlı balkonlu ve balkonlarında mutlaka rengarenk çiçeklerin olduğu ahşap kulübeler tüm Avusturya dağ köy ve kasabalarında görebileceğiniz yapılar. Bu şirin evlere hayran hayran bakarak ilerlerken gölün uzun tarafının ucunda olan Yat Kulüp’e kadar geldik. Maalesef gölün çevresinin ancak dörtte birini yürüyebilmiştik ve çocuklarımızın dağdan dönüş saatleri de yaklaşmıştı. Bu nedenle gölün çevresini dolaşmanın en iyi yolunun akülü bisikletler olduğuna karar verip daha ileriye gitmekten vazgeçip yönümüzü geriye çevirdik ve tipik Avusturya yemekleriyle karnımızı doyurduktan sonra aklımızda Zeller See, yemyeşil doğa ve sessiz, sakin Avusturya kasaba hayatına dair görüntüler ve düşüncelerle Kaprun’un yolunu tuttuk.

Paylaşmak ister misiniz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir